Türkiye' de Yeni Yaşam Biçimi Yoksulluk - Meryem Teymur

Türkiye' de Yeni Yaşam Biçimi Yoksulluk


Değerli okurlarım,

Bugünkü yazımda artık normalleşme yoluna itilen, sesimizin duyulmadığı, hepimizin kanayan yarası ve artık yaşam tarzı haline gelen Yoksulluk' a değineceğim. Sesimizin bir yerlere ulaştığı daha mutlu ve adaletli bir dünyaya diyerek sizlere keyifli okumalar diliyorum…

Yoksulluk ilk çağlardan günümüze kadar gelen önemli toplumsal sorunlardan biridir. Günümüzde küresel bir hale gelen yoksulluk çok boyutlu ve karmaşık bir hale gelmiştir. Yoksulluğun çok boyutlu oluşunda kapitalizmin ve küreselleşmenin büyük etkisi vardır. Dünya ekonomik pazarının genişlemesi malların ve hizmetlerin yaygın hale gelmesi para akışının hızlı bir şekilde gerçekleşmesi ve üretimin esnek bir görünüm kazanması gibi unsurlar bir yandan zenginliği artırırken diğer yandan da kitlesel yoksul kesimleri ortaya çıkarmaktadır. Bu faktörlerin altında yatan en önemli neden adaletsiz gelir dağılımıdır. Yani küresel sermaye zenginleri daha zengin hale getirirken yoksulları daha da yoksul yapmaktadır. Zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumun inanılmaz boyutlara ulaşması, birbirine zıt olan iki şeyin birlikte artıyor olması, başlangıçta bir çelişki olarak görülse de, aslında kapitalist değerlerin  egemen olduğu bir dünyada toplumsal yaşamın gelip dayanacağı  kaçınılmaz sonucu göstermektedir. Kapitalizmin etkisiyle ya da biçim

değiştirmesiyle ortaya çıkan küreselleşme olgusu da bir yandan dünya piyasalarını ve çok uluslu şirketleri daha güçlü hale getirmekte ve  birinci dünya ülkelerini daha fazla kalkındırmakta, diğer yandan  azgelişmiş olarak nitelendirilen  dünya ülkelerini daha fazla

yoksullaştırmaktadır.

Türkiye'de, özellikle 1980 sonrası neoliberal ekonomik politikaların uygulanmasıyla birlikte, kapitalizm ve küreselleşmenin etkileri toplumda daha fazla hissedilmeye başlamıştır. Dünya pazarında üretilen ürünler ülkemizde de rağbet görmüş ve bunun sonucunda üretim güçlerini elinde bulunduranlar giderek daha zengin olmuşlardır. Zenginleşmenin önünde bir engelin bulunmadığı bu dönemde, gelir dağılımındaki bozukluk iyiden iyiye hissedilmeye başlamış, küresel politikalardan en çok etkilenen yoksul kesim ise toplumsal mekânlarda  daha görünür hale gelmiştir. Özellikle, bu dönemden itibaren işsizlikle  birlikte çalışan yoksulların sayısında da bir artış gözlenmiştir. Uzun yıllar Türkiye'de varlığı pek hissedilmeyen “sosyal devlet” ilkesi de bu

yıllarda uygulamaya konulmaya çalışılmış ancak etkili ve kalıcı çözümler getirilememiştir: Kırdan kente göç, terör olayları, çatışma ortamı, işsizlik vs. gibi sebepler buna örnek gösterilebilir.

Türkiye'de sendikalı işçi oranı %11'dir yani her 100 işçiden sadece 11'i sendikalıdır. Fakat sendika hakkını kullanabilen işçi sayısı ise %7' lere kadar düşmektedir. Dünya geneline baktığımızda ise 10 ülke arasında en kötü ülkelerden biri olduğumuzu söylemek gerekir. İktidar üretimi isterken işçiyi göz ardı etmektedir. Bu aslında büyük bir paradokstur. Türkiye'de Emek verimliliği son yıllarda ciddi boyutta artmıştır. Ama işçinin reel ücreti paralel olarak artmamaktadır tam tersine makas daha fazla açılmaktadır. Türkiye'de asgari ücret ortalama ücret haline gelmiştir. Çalışanların yaklaşık 10 milyon civarı asgari ücret veya altında bir maaş almaktadır. Dolayısıyla bu ücretin belirlenmesi devletin toplumla yaptığı en büyük toplu sözleşme, ücret pazarlığıdır. Türkiye' de yoksulluk sınırı 8 bin liranın üzerindedir. 1978'den günümüze gelindiğinde o dönemde asgari ücret milli gelirin kişi başına düşen % 3.5 daha fazlasıydı 2020'ye baktığımızda ise bu ücret milli gelirin %40 ve altına düşmüştür. Dolayısıyla yıllar içinde milli gelirden payını almayan bir asgari ücret vardır.! Özellikle pandemi sürecinde ciddi işsizlik, ciddi gelir kaybı ve giderlerde ciddi artışlar vardır. Asgari ücretin altında maaş alanların birden işsiz kalması işçi güvenliğinin olmaması,ücretsiz izinler yoksulluğu daha tetikleyen unsurlar olmuştur. Bu tabloda pandemi ile mücadele açısından da sosyal devlet olmadan bu işin altından kalkılamayacağı açıktır. O nedenle bu kadar önemli olan asgari ücrette devlet elini taşın altına koymalıdır. En azından bu süreçte bu ücret brüt hesaplanmalıdır. Kesinti yükü hazineden karşılanırsa bu ücret 2900'lerin üzerine çıkmaktadır. Dolayısıyla buna gelecek yıl da enflasyon ve kesinti yükünün hazineden karşılanmasını dikkate aldığımızda bu ücret 3800 bulmakta. Bu durumun artık bir tercih değil zorunluluk olduğu gözlerden kaçmamalıdır.

Türkiye'de zaten 8 milyon ailenin yoksul olduğu belgelenmiştir. TÜİK' in rakamları milyonlarca insanın yoksulluk sınırı altında yaşadığını gösteriyor. Durumu daha da vahimleştiren ise  3.3 milyon işçinin asgari ücretin altında maaş alıyor olmasıdır yani açlık sınırının bile altında  olan milyonlarca insan vardır. İşten çıkarma yasası pandemide son derece önemlidir. DİSK bunu ilk günden itibaren dillendiren bir örgüt olmuştur. "Devlet, hiçbir istisnası olmadan herkesin işini korumalıdır", demişlerdir. Fakat ücretsiz izin gibi durumların ortaya çıkması insanların günlük 39 lira aylık 1068 lira ile geçinme zorunda bırakıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez olduğu gibi tüm istisnalar ortadan kaldırılarak gerçek anlamda uygulanmalıdır. Ama bu ücretsiz izin dayatmasına son verilmelidir. Burada birilerinin kendi bildiğini okuduğu halkı göz ardı ettiğini görüyoruz. Önemli olan ise susmamak sesini yükseltmek var olan sorunları dile getirmektir.

İşsizlik Fonu'nun İşveren Fonu'na dönüşmesi, işverenlere verilen rakamın destek ve teşvik olarak verilmesi ne kadar istihdamı arttırmak amacıyla yapılsa da bu doğru değildir. Çünkü istihdam arttırmanın yolu işverenlere teşvik değildir, teşviklerle Türkiye ya da dünya geneline baktığımızda herhangi bir ülkede istihdamın artmadığını ve bunu defalarca yaşanıp görülmesine rağmen gidilen yolun değişmediğini hepimiz görüyoruz. Sonuç olarak istihdam arttırmanın yolu her şeyden önce devletin ve hükümetin kalıcı güvence ile istihdam yaratacak üretime dayalı ekonomik bir politikayı hayata geçirmesidir. Bir şeyler imtiyaz gibi gösterilmemeli, var olan hakkın verilmesi gerekmektedir. 2017'den beri istihdam yaratmak kapasitesini kaybeden Türkiye'de buraya müdahale edilmeli. Üretime dayalı bir ekonomik model ve pandeminin yarattığı bütün bu yıkımı da ortadan kaldıracak Sosyal Politikalar hayata geçirilmelidir. Bu artık bir MEMLEKET MESELESİ'dir ve gerekli ciddiyetle ele alınmalıdır.

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI