GELENEKSELLİĞİN KADIN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ - Meryem Teymur

GELENEKSELLİĞİN KADIN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


Merhaba Sevgili Okur 

Bugün,  geleneksel değerlere sahip ailelerde yetişen, eğitimli çalışan kadınların ev işlerini eşleriyle paylaşmaları, çocuk yetiştirmenin sadece kadına yüklediği sorumlulukları, toplum tarafından din ve geleneksellik üzerinden yapılan dayatmaları  inceleyeceğiz. Toplumsal değerlerin sürdürülmesinde başat rol oynayan aile, gelenekselden moderne evrilmiş, ancak aile içindeki cinsiyet rolleri bu evrilme paralelinde değişmemiştir. Erkeklerin otoriteyi elinde bulundurduğu, kadın yaşamının ve emeğinin söz konusu otoriteye bağımlı olduğu, temelinde babacılığa  dayalı cinsiyet sisteminin bulunduğu geleneksel ataerkillik, modern kapitalist sistemde etkisini sanıldığı kadar kaybetmemiştir. 

Sözde modern dindarlığı savunup, mevzu;  iş bölümüne ya da çocuk yetiştirmeye geldiğinde erkeğin doğası gereği yetersizliğinin meşrulaştırılması, kadının ise geleneksel ve dinsel bir özne konumunu inşa etmesine neden olmuştur. Bu aşama öncelikle bilişseldir (cognitive)dir, sonrasında ise normatif (normative) bir hâl alır. Bir örnek vermek gerekirse, “ev işlerini kadın yapar” bilişsel formu, “ev işlerini kadının yapması gerekir” şeklinde normatif bir forma dönüşmüştür.

Zaman içerisinde kadına şefkat ve merhamet,  erkeğe de güç ve sertliği ifade eden anlamlar yüklenmiş. Hatta birey, anne rahmine düştüğü andan itibaren kıyafet, oyuncak ve meslek seçimleri cinsiyete göre yapılmıştır. Erkekse vali, mühendis; kız ise öğretmen ya da hemşire…  bunların yanı sıra eğitimdeki yansımalara baktığımızda okul kitaplarında kız çocuğun anneyle, erkek çocuğunun ise babayla bağdaştırıldığı görülmektedir. Kadına her zaman fedakar, itaat eden, yorulmayan roller biçilmiştir. 1990’larda okutulan bir hayat bilgisi kitabında şu şekilde anlatılır: Kadın, ailenin temelidir. Anneler çocuklarının beslenmesi, eğitimi, sağlığı gibi hususlarda yakından ilgilenirler. Evin temizliği, yemeğin pişirilmesi, çamaşırların yıkanması gibi işler anne tarafından yapılır. Kadın, aile hayatını düzenler. Kadın ailenin mutluluğunda önemli görevler üstlenmiştir. Kadının toplum içindeki yeri ve değeri de çok büyüktür. Türkiye kadını bugün olduğu gibi geçmişte de topluma çok büyük hizmet vermiştir. Türkiye toplumunda aile kutsaldır ve toplumun temelidir. Aile bireylerini birbirlerine saygı ve sevgi ile bağlayan kadındır.

Çünkü Türkiye kadını fedakârdır. Kancı’ya göre bu örnekler aynı zamanda ev kadınlığının “rasyonelleştirilmesi” çabasıdır. Kadının evde yaptığı işlerin rasyonelleştirilmesi cinsiyetçi bir toplumsal iş bölümüne, böylece erkeğin özel alanda yeniden üretiminin sağlanmasına ve erkek egemenliğinin sorunsuzlaştırılmasına hizmet eder.
Kız çocuğunun kimlik kazanımı evlilikle beraber de devam etmektedir.  

Geleneksel Türk toplumunun değer sisteminde genç kız, kızlık evinde bir misafir gibidir. O asıl kimliğini ve kişiliğini gelin gittiği aile içinde kazanacaktır. Yeni bir aileye katılan gelinden hamarat olması, kayınvalidesine dil vermemesi, kayınpederine hizmet etmesi ve aile büyüklerine saygılı olması beklenir; ama ondan öncelikle ana olması talep edilir. Kadına ailesi içinde kimliğini veren analık statüsüdür. Çocuğun toplumsallaşmasında en büyük rolü üstlenmesi sebebiyle, toplumsal cinsiyetin büyük oranda üreticisi de annedir.  Toplumumuz da erkek tarafından ezilmekten şikâyetçi olan kadınlar, bir yandan oğullarını bir başka kadını ezecek şekilde yetiştirirken, kızlarını da bu ezilmişliği kabul edecek şekilde yetiştirmektedirler. Zaten ilginç olan nokta da budur. Kadınlar yaşadıklarını, yaşatmaktan vazgeçemeyerek bu durumu bir döngüsel sürekliliğe itmektedir.

Sonuç olarak;

Bizler bu dünyanın bir yandan özneleri iken, diğer yandan nesneleriyiz; ne var ki ne özneliğimizin farkındayız, ne de nesneliğimizin. Yaşantımızı genel olarak alışkanlıklarımız ve rutinlerimiz üzerinden devam ettiriyoruz. Bu sorgulamamazlık bizi yabancılaşmaya götürüyor; kendi elimizle ürettiğimiz dünyanın farkına varamıyoruz. Sorgulamadıklarımızın başında kendimiz geliyoruz, kendi kimliğimizi sorgulamıyoruz. Bize verili olanı mutlak kabul edip sımsıkı sarılıyor ve onu savunuyoruz.  
En bilinçli en eğitimli saydığımız erkek bile söz konusu kadınlar olduğunda 30 yıl öncesinin zihniyetini taşıyabiliyor. Belki yetiştiğiniz aileye göre davranıyorsunuz ama irade sahibi olduğunuz anda doğru ve yanlışı ayırt edebilirsiniz. Sürekli gelişen ve değişen dünyada geçmişin yıkıcı izlerini barındırmakta toplum olarak bizi muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmaktan alıkoyacaktır. 
 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI