Toplumsal Cinsiyette Kadın - Meryem Teymur

Toplumsal Cinsiyette Kadın


Bütün toplumlar tarihi akışta kendini kurmak, sağlamak ve devam ettirmek üzere yol almışlardır. Bu güzergah toplumun doğada hazır halde bulduklarının üzerine ve doğal olmayan, tamamı kültürel şeyleri eklemeleriyle biçim kazanır. Kadın veya erkek günlük dildeki yaygın kullanımıyla hem bireyin biyolojik anlamda dişi veya er oluşunu, hem de toplumun bireye sunduğu roller sistemi dahilinde anlam kazanan iki terimdir. Fakat bu terimlerde anlam kazanan biyolojik boyut ile toplumsal boyut birbirinden çok farklıdır. Biyolojik olarak her birimiz er veya dişi olarak doğar ve bu verili özelliğimizi değiştirmeden tüm yaşamımız boyunca sürdürürüz. Cinsiyetimizin toplumsal boyutuna gelince, bu verili bir özelliği değil günlük eylemlerimizde inşa edilen her şeyi ifade eder.

Cinsiyetler arasındaki biyolojik ve sosyal rol farklılıkları abartılarak kadınların aleyhinde işleyen bir cinsiyet eşitsizliğini meydana getirir. Türkiye gibi ataerkil bir toplumda toplumsal cinsiyet rollerinin sorgusuz kabulü kadını mağdur etmektedir. Doğduğumuz andan itibaren biyolojik cinsiyetimiz ekseninde oluşup anlam kazanan davranışlar örgüsünün mensubu oluruz. Örneğin doğacaksa çocukları için giysi ve eşya hazırlayan anne ve baba, eşyanın rengi, biçimi konusunda tercihlerini kullanırken, çocuktan hayatı boyunca mensubu olması istenecek davranışlar, tutumlar, roller örgüsünü inşa etmenin ilk adımını atarlar.  Doğum sonrasında çocuğun içinde yer aldığı toplumsal dünya gittikçe belirginleşir; kız çocuklarından narin, kibar, sakin olması erkek çocuğa göre daha çok beklenerek edilgen bir kimlik dayatılmaktadır. Cinsiyetçi rollerle yetişmesi sonucu önce babasının veya erkek kardeşlerinin egemenlik ve baskısı altında toplumsallaşmış kadın, evlendiğinde eşi ile böylesi bir var olmayı sürdürmektedir. İlerde nasıl oturup kalması gerektiği,duygularını nasıl ifade edeceği ve hatta nasıl güleceğine kadar toplum ona bir rol biçmiştir. Kız çocukları için öne sürülen hitaplar, oyuncaklar, saçının boyu ve biçimi, oyunlar ,reklamlar, masallardaki roller kısacası medyadaki her şey buna hizmet etmektedir. 

Örneğin masallarda prenseslerin çoğu prens tarafından kurtarılmayı beklemekte, üvey anne ya çok kötü kalpli ya da cadıdır. Kadının kurtulmak için bir erkeğe muhtaç olması gibi bize masum gözüken çok sevdiğimiz o masallarda belki üstüne hiç düşünmediğimiz bu tarz mesajlar bulunmaktadır. Evcilik oyunlarında kız çocuğuna biçilen roller, bebekler, her şeyinin pembe olması gibi birçok şey normalleştirilse de aslında daha çocukluğunda kendisine uygun görülen rolü içselleştirerek ilerlemektedir. 

Ebeveynlerin çocuğa olan tutumu, hangi çocukla nasıl zaman geçireceği konusunda cinsiyet oldukça etkilidir. Kızlarına daha düşkün olan babalar sıklıkla şunları söyler: 

‘Oğlan para isterken küt diye, homur homur istiyor. Ama kızım önce ‘Aslan babam, canım babam’ diyerek, gönlümü okşuyor. Ne diyecekse beni pamuk gibi yaptıktan sonra cilveli cilveli söylüyor. 

Kız çocuk taleplerini babasının ‘kızımı şımartıyorum’ deyip keyif duyacağı tatlı bir gösteriyle dile getirir. Ama iş pikniğe, sinemaya, tatile gitmeye gelince; korku ve kararsızlık içini ezer. Oğlanın doğrudan kolayca haber verdiği eylemlere izin almak için o sayısız ayrıntıyı takip eder. En doğru zamanda babasının morali yüksekken, örneğin tuttuğu takım şampiyon olduğunda açıklamalıdır talebini. Babasının neşesini yerine getirecek şeyler bulup söylemeli, sevdiği yemeği yapmalı ya da babasının kızına kıyamayacağı gerekçeler bulmalıdır. O bir sosyal oyunbaz, bir zamanlama ve cilve ustası olmalıdır. 

Böyle yetişen kadınlar evde çocukların bakımına ve ev içi sorumluluklara yönelik görevleri doğal görevi olarak algıladıkları için kendilerini daha değersiz ve önemsiz görmektedir. Kadının sorumluluk ve görevlerinin daha çok ev işi olarak görülmesi ilk olarak ailede başlar. Erkek çocuğa yemek, temizlik yapması öğretilmez. Yetişkin olduklarında da kadın ve erkeğin ekonomik olarak eve eşit düzeyde katkı sağladıkları halde, ev işi kadına yıkılmaktadır. Öyle ki yavru bakımında da eşitlik söz konusu değildir. Çocuğa bakması, karnını doyurması, ilgilenmesi gereken ya da çocuğu iyi bir birey olarak eğitmesi gereken yine annedir toplumun gözünde. Bunlardan birisi eksik olduğunda anne hemen eleştirilir, kınanır, yanlış yetiştirdiği söylenerek psikolojik baskı yapılır. Erkeğin ise çocuğuyla biraz vakit geçirmesi ya da ev işlerine yardım etmesi durumunda hemen ‘harika baba-eş’ damgası yapıştırılır. Halbuki kadında bu durum yapması gereken bir şey olduğu için normal karşılanır ve erkek kadar takdir almaz. Aile içinde başlayıp sosyal hayata yansıyan bu eşitsizlik böyle devam etmektedir. Burada Zehra Yaşin DÖKMEN’ in ‘Toplumsal Cinsiyet adlı kitabından bir hikayeyi sizinle paylaşmak istiyorum: 

DEDEMİN ŞEKERLERİ, AMCAMIN ASLANLARI, BABAMIN KEDİLERİ

Dede, erkek torunlarına bayramda elini öpünce iki şeker, kız torununa sadece ‘tek bir şeker’ verirdi. Ne de olsa o bir kızdı. Amca ile baba konuşurken söz çocuklardan açıldı; amcanın sadece erkek çocukları, babanın ise sadece kız çocukları vardı. Amca övündü ona ‘ASLANLARI’ bakacaktı. Ne de olsa çocukları erkekti; baba iç geçirdi, o da çalışıp çabalayıp kendi kendilerine bakardı işte, ne yapsındı, ne de olsa çocukları kızdı. Baba boş bulunmuştu herhalde, yoksa pekala ona da bakacak ‘DİŞİ ASLANLARI’ olduğunu söyleyip övünebilirdi:)  Yukarıdaki hikayeden de anlaşılacağı gibi cinsiyet ayrımcılığını hayatın her noktasında ne yazık ki görüyoruz.

Tüm bu kalıp yargılarla yetişmiş olan kadın meslek seçiminde de zorluklarla karşılaşmaktadır. Mühendislik gibi teknik işlerin erkek işi olarak görülmesi, iş hayatına başladığında psikolojik baskı görmesi, daha düşük ücretlerle çalışması, esnek çalışma saatlerinin erkeklere daha uygun görülmesi gibi sorunlarla karşılaşmaktadır. Bazı sektörlerde bu sorunlar aşılmış gözükse de bu durum var olan yüzdeliğin çok az bir kısmını kapsamaktadır.

Bir diğer konu ise cinsiyet ayrımcılığına dayanan şiddettir. Kadına yönelik şiddet yüzyıllardır devam eden bir problemdir ve gün geçtikçe bu problem azalmamakta aksine artmaktadır. Kadına yönelik şiddetin altında tam da bu toplumsal cinsiyet eşitsizliği yatmaktadır. Erkeğin egemen olduğu düzende, kadın erkeğe ait bir obje olarak görüldüğü için kadın bunu reddettiğinde, mevcut otoritesini korumak ve kadını sindirmek için erkek, şiddete başvurur. Erkeğin eğitim seviyesi yüksek olduğunda bu oran azalmakla birlikte yok olmadığı gerçeğiy karşı karşıyayız. Aslında her kesimden insanın kadına şiddet uygulayabilmesinin altında cinsiyetçiliği ne kadar benimsemiş bir insan olup olmaması vardır. 

Sonuç olarak; çocuklarımızı cinsiyetlere ait olumsuz kalıp yargı ve tutumlara göre yetiştirmeyerek, çevremizde karşılaştığımız her türlü cinsiyetçiliği engellemek için elimizden geleni yaparak her alanda mücadele etmeliyiz.  

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI