ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ! - Ahmet Arıtürk

ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ!


Her yılın 10 Ocak günü (Çalışan Gazeteciler Günü) olarak kutlanır. Önce, 10 Ocak gününün nasıl şekillendiğine bir bakalım. Yorumlarımızı sona bırakalım.

1961 yılında gazetecilerin çalışma haklarında önemli iyileştirmeler getiren 212 sayılı Yasa'nın yürürlüğe girmesi üzerine, 9 gazete patronu, yasayı protesto etmek için 3 gün boyunca gazetelerini yayımlamama kararı aldılar. Bu gelişmeler karşısında, İstanbul’da gazeteciler 10 Ocak 1961 günü haklarına ve basın özgürlüğüne sahip çıkmak amacıyla Sendika binası önünde toplanarak Vilayete kadar bir yürüyüş yaptılar. Gazeteciler, patronların boykot kararı karşısında ise Sendika'nın öncülüğünde, BASIN adıyla kendi gazetelerini 11–12–13 Ocak 1961 tarihlerinde yayımladılar.
O tarihten sonra da 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak kutlandı. 1971 yılındaki 12 Mart müdahalesinden sonra çalışanların hakları ve basın özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara tepki olarak 10 Ocak, "Bayram" olmaktan çıkarıldı ve "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılmaya başladı.
1961’li yıllara göre, günümüzde basın alanı oldukça gelişmiştir. Televizyon yayınlarıyla, internet medyasıyla dünyanın herhangi bir bölgesinde meydana gelen bir olay, anında bütün dünyaya yayılmaktadır. Ancak, yine de yazılı basının farklı olduğunu belirtmekte yarar vardır. Sosyal medya, su üstünde yazılan yazıya benzer, anında uçar gider. Yazılı basın ise kalıcıdır, çünkü gelecek yüzyıllarda tarihe tanıklık edecektir.

10 Ocak Çalışanlar Günü’nün ne anlama geldiğine kısa bir vurgu yaptıktan sonra, gelelim asıl konumuza. Günümüz Türkiye’sinde maalesef çok sayıda tutuklu gazeteciler vardır. Kimileri mahkûm edilmiş, kimilerinin yargılamaları devam etmektedir. Muhabirler ve özellikle köşe yazarları, işlerinden kovulmakta, “Sen patronsun, onun maaşını sen veriyorsun. Çizgiden çıkan bir yazı yazdı mı, bizi eleştirdi mi, işine son vereceksin” diyen iktidar sahibi siyasilerin talimatlarıyla işlerine son verilmektedir.
Günümüzde gazetecilik faaliyetlerinin özellikle Terörle Mücadele Yasası’nın son dönemdeki yorumlarıyla “Terör Suçu” kapsamında değerlendirilmesi, demokratik ülkelerde benzerine rastlanmayan durumların yaşanmasına yol açmaktadır. Bugün bile Türkiye, en çok tutuklu gazetecilerin bulunduğu ülkelerin başında gelmektedir. Gazetecilere, (TERÖRİST) yaftasının takıldığı tek ülke de Türkiye’dir.

Gazetecilerin, mesleklerini icra ederlerken, işlerini baskı odaklarından etkilenmeden, yapmaları çok önemlidir. Bunun yapılabilmesi ise, gazetecilerin ekonomik ve sosyal haklarının her zaman iyi olmasına bağlıdır. Hal böyleyken, görevleri gereği yazdıklarından, dile getirdikleri sorunlardan ve yaptıkları yorumlardan dolayı tutuklanan gazetecilerin durumlarını düşünün. Gazeteciler, günümüzde neredeyse Sultan 2. Abdulhamid döneminin sansürlerini çağrıştıran bir ortam içinde çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar.

Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle bu yıl da 10 Ocak Gazeteciler Gününü cezaevlerinde geçirmek zorunda kalan bunca meslektaşlarımız varken, bu koşullarda Çalışan Gazeteciler Gününün kutlanmasının bir anlamı kalır mı!
Son 20 yıllık dönem gazeteciler, yazarlar, aydınlar için baskıcı, sansürcü bir dönem olmuştur. Öyle ki, Türkiye tutuklu gazeteci sayısında dünya birincilik zirvesine oturmuş bulunmaktadır. Başkan Yardımcıları, bakanlar, hatta bizzat Cumhurbaşkanı bile sürekli olarak gazetecilere çatmaktadırlar! Gazeteciyseniz ve Hükümetin icraatlarını övdünüz mü, sizden iyisi yok! Ama hükümeti eleştirmeğe, yermeğe, icraatlarını tenkit etmeğe, yanlışlarını gündeme getirmeğe yeltendiniz mi, işiniz zor!

Maalesef kimi gazeteciler(!) “dalkavukluğu” kendilerine iş edinmişlerdir. İktidarı, hükümeti, Cumhurbaşkanını, Başkan Yardımcılarını bakanları, iller düzeyinde valileri, diğer yetkilileri alkışlar, “gözlerinin üzerinde kaşları var” denilmesine bile yanaşmazlar!
Bu arada, medyanın da gerçek anlamda görev yaptığını kabul etmek elbette zordur. Medyanın da büyük hataları vardır. Türkiye’de özgür medya yoktur. Kendi içinde 4 sınıfa bölünmüş bir medya vardır. Bunlar:
*Havuz Medyası,
*Paralel Medya,
*Merkez Medya ve
*Anadolu Medyasıdır.
Bir öz eleştiri yaparak belirtelim ki, maalesef, ülkemizde GERÇEK ANLAMDA gazetecilik yapanların sayıları oldukça azdır ve giderek azalmaktadır.

Türkiye’de, tutuklu ve hükümlü gazetecilerin sayısının, dünyanın bütün ülkelerinden daha çok olduğu düşünülürse, medyamızın işlevini giderek yitirmesinin sebebi daha iyi anlaşılacaktır. Bugün için ülkemizde medyanın üzerinde yoğun bir baskı vardır. Bunun böyle olduğu tutuklu, hükümlü gazetecilerle, işlerini kaybeden gazetecilerin sayılarının yüksekliğinden belli olmaktadır.

Şu anda söyleyenin adını anımsamıyorum amma, beynelmilel bir gazeteciye ait olduğunu bildiğim bir anekdot vardır. Anekdotun orijinali olmazsa bile: “Yöneticilerin hoşlarına giden her haber, her yorum magazindir. Haber ve yorum odur ki, yöneticileri kızdırsın veya en azından düşündürsün!” şeklinde algılanacak bir ifadeydi.

Gerçekten çok güzel ve bütün meslektaşlarımız tarafından örnek alınması gereken bir gazetecilik anlayışı. Yöneticileri kızdırmayan, kızdırmak şöyle dursun alkışlayan, pohpohlayan haberler, yorumlar elbette ki magazin hükmündedirler. Gazeteci yolsuzlukların, haksızlıkların, noksanlıkların, eksikliklerin, aksaklıkların üzerine gidebilendir. Bunu yaparken zaman – zaman yöneticileri kızdıran veya en azından (bunu neden böyle yaptım, keşke böyle yapmasaydım) diye düşündürecek haberler, yorumlar yapandır. İşte bunu yapabilen gazeteci, gerçek anlamda gazetecidir. Alkışlamakla, pohpohlamakla gazetecilik yapılmaz. Böyle yapanlar, sadece bulundukları toplumlara değil, hatalarını sürdürmelerine sebebiyet vermek açısından yöneticilere de en büyük zararı verirler!
Çevremize baktığımız zaman, medyanın, medya olmaktan çıktığına, magazinleştiğine tanık olmaktayız.

Dalkavuk gazetecilerin bu tutumları, bize tarihi bir anekdotu anımsattı. Osmanlı Döneminde, işi sadrazama meddahlık olan biri etrafında pervane gibi dolanır, osuracak olsa “oh! Ne hoş, mis gibi koktu!” demekten bile haya etmezmiş!

Dalkavuğunu denemek isteyen Sadrazam bir gün PATLICAN’IN NE KADAR yararlı bir sebze olduğunu söylemiş. Bunun üzerine dalkavuk başlamış PATLICANIN nimetlerini sıralamağa. Patlıcan kebabından girmiş, güvece, imambayıldıya, dolmaya kadar, aklına gelen patlıcanlı yemekleri bir-bir sıralamış.
Aradan bir süre geçtikten sonra, bu defa Sadrazam, patlıcanı yerecek olmuş. Dalkavuk durur mu. Bu defa da, PATLICANI yermekte öylesine ileri giderek demiş ki:
-Bilmem ki Hazret-i Allah, böylesine yararsız bir sebzeyi ne için yaratmış, HERHALDE EŞEKLERE YEM OLSUN DİYE!
Bunun üzerine sadrazam dayanamamış ve birkaç gün önce, PATLICAN HAKKINDA DÜZDÜĞÜ METHİYELERİ ANIMSATMIŞ. Dalkavuk, cevap vermiş:
-Paşa hazretleri, ben patlıcanın değil, sizin dalkavuğunuzum!
Evet ve maalesef, Türkiye’de gazeteciliğin düşürüldüğü durum budur. Yine de, görevlerini en iyi şekilde yapmaya çalışırlarken, işlerinden olan veya cezaevlerine düşen meslektaşlarıma (GEÇMİŞ OLSUN, ALLAH KURTARSIN) dileklerimi sunarak, gerçek anlamda gazetecilik yapan bütün meslektaşlarımın 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü peşinen kutluyorum.

VE ANADOLU BASINI!

10 Ocak tarihinin neden (Çalışan Gazeteciler Günü) olarak kutlandığını anlattık. Yaygın medya (İstanbul basını için) durum böyleyken, Anadolu Basınına gelince, iş değişir. Çünkü Anadolu Basınında patron yoktur. Gazete sahipleri de çalışan gazetecilerdir. Öyle ki, gazete sahipleri zaman-zaman gazete dağıtım işini bile üstlenmek zorunda kalırlar. Anadolu basınında gazete sahibi, aynı zamanda gazetesinin yazarı, muhabiri, fotoğrafçısı, hatta dağıtıcısı olabilmektedir! İşte, İstanbul Basını ile Anadolu Basını arasındaki bariz fark budur. Bunun için, Anadolu Basını, İstanbul basınından çok daha özgür, bağımsız ve cesurdur. Tek hedefi, ülkesinin, yöresinin sorunlarına neşter vurmaktır. İhale peşinde koşuşturan müteahhit, iş adamı, PATRONLARI olmadığı için, Anadolu Basının yazarları, çizerleri, muhabirleri daha cesur, atak ve gerçekçidirler.

İlimizde yayınlanan gazetelerin, zaman-zaman bizzat sahipleri tarafından teker-teker dağıtıldıklarına şahit olmuşsunuzdur. Doğrusunu söylemek gerekirse, benim de, gazete dağıttığım çok olmuştur. Gerekirse ve ihtiyaç olursa, yine, seve-seve dağıtırım.

İşte, Anadolu Basını, bu açıdan İstanbul basınından farklıdır. Çünkü Anadolu Basınında PATRON YOKTUR. Gazetenin en aktif ÇALIŞANLARI, genelde gazetenin sahipleri olurlar. Yani, Anadolu Basınında GAZETE PATRONLARI YOK, GAZETE ÇALIŞANLARI VARDIR!
Bu açıdan, 10 Ocak tarihi Anadolu Basınının Gazete Sahipleri için de “ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜ” dür. Çalışan bütün gazeteci meslektaşlarım yanında, gazetelerin hem sahipleri, hem en ağır işçileri konumunda olan ANADOLU BASININA MENSUP OLUP DA, SÖZDE PATRONLARI GİBİ GÖRÜNEN, ÇİLEKEŞ SAHİPLERİNİN DE GÜNLERİNİ bu düşünceler içinde yürekten kutluyorum.

Türkiye genelinde 150 kadar gazeteci tutuklu. Birçok TV kanalı, radyo, ajans, gazete, dergi kapatılmış, 2 bine yakın gazeteci işsiz bırakılmış durumda! Yani anlayacağınız, GAZETECİLİK ARTIK EN ZOR VE EN TEHLİKELİ ZANAATLER SINIFINDA!

İşin acı tarafı, tutuklanan gazetecilerin büyük çoğunluğu terör örgütü üyesi olmak, terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak, terör örgütlerini övmek gibi çok ağır ithamlarla suçlanmaktadırlar. Haklarında müebbet hapis cezası istenen GAZETECİLER bile var!

Biz de, bu gerçekten yola çıkarak, Çalışan Gazeteciler Gününü kutlamak nezaketini gösterecek yetkililere söylüyoruz:
-Sayenizde, günü kutlanacak doğru dürüst gazeteci mi kaldı!

ANEKDOTLAR

Gerçek demokrasinin olmadığı iddia edilen 1937’li yıllarda Şair ve Yazar Hemşerimiz ENVER AYTEKİN’in Gazeteniz SİİRT’TE şiirleri, makaleleri yayınlanmaktaymış. Dönemin yetkililerinin hoşlarına gitmeyen tenkit edici yazılar sebebiyle Gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olan Merhum dedem Haydar Kılıççıoğlu’nu savcılığa davet ederek, dikkatini çekmişler ve adı geçen yazar hemşerimizin böyle aşırı yazılar yazmaması konusunda uyarmasını istemişler. Bunun üzerine merhum dedemin, aslında gazeteciler için bir VECİZE olarak değerlendirilmesi gereken şu cevabı verdiği söylenir:
-ENVER AYTEKİN, ERBAB-I KALEMDİR. İstediğini yazar. Biz onu yönlendiremeyiz!

Evet, Türkiye’nin tek partili döneminde bir Gazetenin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, o zamanın etkililerine ve yetkililerine böyle cevap verebiliyordu. Şimdi, güya çoğulcu demokraside yaşıyoruz amma, söz gelimi bir yetkili, bir gazete patronunu çağırtarak:
*
Yandaş medyaya ait bir gazetenin Patronu, yazılarında zaman-zaman iktidarı eleştiren yazarını çağırmış ve söylenmiş:
-Bak kardeşim, biz buradan ekmek yiyoruz. Ya gazetenin politikasına uyumlu yazılar yazarsın, ya da bizden ayrılırsın! Ha, bir de şu var. İstersen hiç yazı yazma, maaşına yüzde 50 zamla işine devam et!

YAZIYI PAYLAŞ!