EKONOMİK ALANDAKİ KURTULUŞ SAVAŞIMIZ!!! - Ahmet Arıtürk

EKONOMİK ALANDAKİ KURTULUŞ SAVAŞIMIZ!!!


Piyasa, diken üstünde. Özellikle döviz ve altın fiyatları saat başına değişmekte. Bir ara 13.5 TL olan dolar, şimdilik 12,2 seviyelerine inmiş bulunuyor. 5 bin TL’nin üzerine çıkan Cumhuriyet altını, 4.500 TL’ye gerilemiş bulunmakta. Ancak, bu satırlar okunduğunda, döviz ve altın fiyatlarının nasıl şekilleneceğini bilmenin imkânı yok. Döviz büfeleri ve kuyumcular, alım-satım konusunda tereddütlü. Keza, vatandaşlar da aynı tereddüdü yaşamaktalar. İlginç bir durum nakledildi. Cumhuriyet altının 5 bin TL üzerinde bir fiyata ulaştığını gören vatandaşın biri, evindeki 7 adet Cumhuriyet altınını bozdurmak için Kapalıçarşıya giderken, çarşıya varıncaya kadar, Cumhuriyet altının 4.500 TL’ye düştüğünü görünce şaşırıp kaldı. Olay, televizyon ekranlarına yansıdı.

Vatandaşlar, döviz ve altın fiyatlarının ne kadar yükseldiğinden çok, piyasadaki kararsızlıktan etkilenmektedirler. Merkez Bankası, döviz fiyatlarına hiçbir şekilde müdahale etmesinin söz konusu olmayacağını açıkladı. Bu arada akaryakıta, benzine, motorine LPG’ye zamlar devam ediyor. Ekmek başta olmak üzere, zam görmeyen tek bir emtia kalmadı. Zam açısından, (bunlar daha iyi günlerimiz) diyen ekonomistler var. Piyasanın, en erken 3 ay içinde rayına girebileceğine vurgu yapan ekonomistler, piyasanın gerçek anlamda rayına oturması için erken seçimin şart olduğuna vurgu yapıyorlar.

Özellikle büyük şehirlerde başlatılan (GEÇİNEMİYORUZ) protestoları devam ederken, piyasaların durulması için iktidar tarafından hiçbir olumlu adım atıldığı yok. (Seçim yok, sandık yok) diyorlar da, başka bir şey demiyorlar. Tabii bu arada, ekonomimizi batırmak için çalışan dış güçlere karşı KURTULUŞ SAVAŞI verildiğini ilan etmekten geri kalmıyorlar! Ancak, bu dış düşmanlar kim, neden bizimle bu kadar uğraşıyorlar, açıklayan yok!
Evet, MEÇHUl BİR DÜŞMANA KARŞI BAŞLATILAN EKONOMİK SAVAŞ, Bu gidişle daha çok devam edeceğe benzemektedir. Bu savaşta, insanlar kurşunla değil, anlaşılan AÇLIKTAN ÖLMEK TEHLİKESİYLE KARŞI KARŞIYALAR…
YÜCE ALLAH, SONUMUZU HAYIRLI KILSIN!
KORE SAVAŞINDA ŞEHİT OLAN SİİRTLİLER

25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşına, Türkiye 5 ay sonra, 26 Kasım 1950’de müdahil olmuştu. Bu savaşta 4 Siirtli Şehit düşmüştür. Şehit düşen Siirtlilerin adları ALİ BELKIS, ÖMER KIYAS, MURAT TAŞ ve MEHMET KOÇ’tur. Bu yiğit hemşerilerimiz, vatanlarından binlerce kilometre uzakta şehit olmuşlardı.

Verdiği kurtuluş savaşlarından sonra Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN (Yurtta sulh, cihanda sulh) ilkesine bağlı kalarak savaşlara girmedi. İkinci Dünya Savaşında, Türkiye’yi yanına çekmek isteyen Almanya, o yıllarda Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün feraseti ve üstün dehası sayesinde savaşa girmedi. 2. Dünya Savaşı yıllarında haliyle kıtlıklar yaşandı. Devlet, (ne olur, ne olmaz) kaygısıyla buğday stoklayınca, özellikle ekmek kıtlığı oldu. Kıtlık yıllarıyla ilgili rahmetli ninemden çok ibret verici olaylar yaşandığını öğrendim.

Savaş bittikten sonra, İsmet İnönü Merhum, savaş yıllarında yaşanan kıtlık sebebiyle kendisini tenkit edenlere şu meşhur cevabı vermişti:

-Evet, belki çocuklar zaman-zaman yataklarına aç ve ekmeksiz girdiler ama onları yetim ve öksüz bırakmadım!
Türkiye Cumhuriyetinin, ilk girdiği savaş 25 Haziran 1950 günü başlayan KORE SAVAŞLARIDIR. Türkiye Kore Savaşına 26 Kasım 1950’de fiilen katılmıştır. O yıllarda 7-8 yaşlarında bir çocuktum. Ancak, Kore Savaşıyla ilgili konuşulanları, Kore’ye asker olarak sevkedilen Siirtli gençlerin adlarını, ailelerini duyuyordum. Türkiye, Kore Savaşına neden girmişti. Girmesi gerekir miydi, gerekmez miydi. Hala tartışılan bir konudur.

1950’de başlayan savaş 3 yıl sürmüş, 27 Temmuz 1953’te sona ermişti. Bu savaşın başından itibaren stratejik noktalarda görev alan Türk Tugayı kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yerine getirmişti. Genelkurmay Başkanlığınca bilahare yapılan açıklamalarda Kore Savaşına katılan Tugayımızın 37 subay, 26 astsubay, 658 er olmak üzere toplam 721 şehit, 2147 yaralı, 346 hasta, 234 esir ve 175 kayıp verildiği belirtilmişti.
462 Türk şehidi Güney Kore'de Seul-Pusan Kasabası yakınlarındaki Tanggok mezarlığı içerisinde bulunan Pusan Şehitliği'nde bulunmaktadır.

O yıllarda iki isim vardı ki, adları dillerden düşmüyordu. Bunlar Kore’deki Tugayımızın Komutanı Tuğgeneral Tahsin Yazıcı ve Komutan Yardımcısı Celal Dora’ydı.

Yine çocukluk yıllarımda Kore’de iki ayağını kaybetmiş ve tekerlekli sandalyeye mahkûm olmuş Abdullah adındaki bir babayiğidi tanımak fırsatını bulmuştum. İki ayağını da dizinin altından kaybetmiş bu Şırnaklı yiğit sık-sık Gazetemizin Kurucusu rahmetli Dayım Mehmet Emin Kılıççıoğlu’nun kütüphanesine gelir sohbet eder, bu arada Kore hatıralarını anlatırdı. Ayaklarını, Kunuri Savaşında kaybetmişti.

Kore Gazilerinden tanıdığım bir Hemşerimiz daha vardı. Aslen Mardinliydi ama uzun yıllar Şehrimizde ikamet etti. İşi marangozluk ve mobilyacılıktı. Savaşlarda bomba seslerinden kulakları sağır olmuştu. İşyeri, evimizin yanında, bugün Özgen Caddesi olarak bilinen yolun üzerindeydi. Onunla konuşurken çok bağırarak sesimizi duyurmak zorunda kalırdık.

Kore Gazilerinden tanıdığım bir Kahraman da, Lise yıllarında Milli Savunma Derslerimize hariçten giren KEMAL SALDIRANER adındaki subaydı. O da Kunuri savaşına katılmış kahraman gazilerdendi. Savaşırken yaralanmıştı. Ancak yarası ölümcül olmamıştı. Sık-sık Kore hatıralarını ve özellikle KUNURİ SAVAŞINI anlatırdı. Gür bir sesi ve hitabeti vardı. Diğer öğretmenler, normal şekilde derse girerlerken, sınıf mümessiline talimat vermiş, dersinin olduğu saatte içeriye girecekken, (DİKKAT) komutu vermesini istemişti. Sınıf mümessili arkadaş da Milli Savunma Derslerinde kapının önünde bekler, Hoca sınıfa adım atacakken (DİKKAT) komutu çeker, bütün sınıf ayağa kalkarak esas duruşa geçerdik.

Milli Savunma dersini dört gözle beklerdik. Çünkü Kemal Saldıraner Hocamız savaş hatıralarını anlatmak yanında, nükteli ve esprili konuşmalarıyla bütün öğrencilerin sevgisini kazanmıştı. Ders notu olarak bütün sınıfa da hep 10 üzerinden (on) verirdi. (Türk olmanız, bu dersten ON almanız için yeterli bir sebeptir. Çünkü biz asker doğar, asker yaşar ve asker olarak ölürüz) derdi.

Yine o yıllarda Siirtli halk ozanlarının KORE SAVAŞI için yaktıkları Siirtçe türküler dillerde dolaşıyordu. O türkülerden aklımda kalan bir DÖRTLÜK şöyleydi:

UYE IMMİ YE IMMİ
RIHNAL ASKAR U CİNE
VEDDEVNE KORE HARBİ
IFTAĞARU FİNE
Bu dörtlüğün Türkçe tercümesi şudur:
OY ANAM, OY ANAM
ASKERE GİTTİK GELDİK
KORE HARBİNE GÖTÜRDÜLER
BİZİMLE ÖĞÜNDÜLER

Evet, 1950 yılında Birleşmiş Milletlerin çağrısına uyarak KORE’YE ASKER GÖNDERDİK. Kore’de ilk 3 yılımız savaşlarla geçti. Orada büyük kahramanlıklar gösterdik. Çin Ordusunun çemberini süngüyle ve (ALLAH-ALLAH) nidalarıyla yararak büyük destanlar yazdık.

Kore’de savaşmasaydık, büyük bir ihtimalle kendi ülkemizde Rusya ile savaşmak zorunda kalacaktık. Çünkü o yıllarda Sovyetler Birliği Kars’ı, Ardahan’ı ve diğer bazı doğu illerimizi istediğini dillendirmeye başlamıştı. NATO’YA GİREREK, o yıllar için büyük bir tehlike olan Sovyetler Birliği taarruzlarından sınırımızı emniyete almış olduk.
Kore Savaşı 27 Temmuz 1953'te Sovyetlerin Amerika'nın yapmış olduğu önerileri kabul etmeleri ile son buldu. Ancak Türk Tugayı savaşın sona ermesinden itibaren Kore'de kalmaya devam etti. 1960 yılında bir bölüğe indirildi ve 1965 yılında ise sembolik anlamda bir manga bırakıldı. O da daha sonra yurda döndü.

Türkiye Cumhuriyeti olarak giriştiğimiz ikinci savaş ise Kıbrıs Barış Harekâtıdır. Adada yaşayan Türkler ile Rumlar arasında ilk olaylar, Osmanlı İmparatorluğu'nun adayı 1878 tarihli 50 yıl süreli kiralama antlaşmasıyla Birleşik Krallık'a bırakmasından sonra 1920'de kiralama süresinin dolmasına 8 yıl kala başladı. Bu olaylar sadece siyasi kavgalar olmakta birlikte silahlı çatışmalar şeklinde olmamıştır. 1920 yılında Rumların, İngiltere'nin onayını almadan Yunanistan'a katılma plebisiti yapmak istemesi ve Birleşik Krallık yönetiminin buna izin vermemesi, Rumların önce Birleşik Krallık'ı adadan çıkarmaya yoğunlaşmasına sebep oldu. 1950'lerin sonuna kadar süren bağımsızlık hareketi, 1960 yılında uluslararası anlaşmalara dayanan bir Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmasının yolunu açtı. Rumlar Birleşik Krallığın adadan çekilmesiyle, Türklerle birlikte ortak devlete razı olmadılar. Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendileri el koyma yoluna gittiler; uluslararası anlaşmaları ve anayasayı çiğneyerek Türklere saldırılarda bulunmaya başladılar.
5 Temmuz 1974'te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere dışişleri bakanları I. Cenevre Konferansı çalışmalarına başladı. 30 Temmuz'da sona eren konferansta Türk tarafının istekleri doğrultusunda: 'Ada'da bir güvenlik bölgesinin kurulması, Rum ve Yunan işgalindeki Türk bölgelerin derhal boşaltılması, esir durumda olan asker ve sivillerin mübadele edilmeleri veya serbest bırakılmaları, barışın sağlanması ile birlikte anayasaya uygun bir hükümetin yeniden kurulmasının temini, Kıbrıs Cumhuriyeti'nde Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki otonom idarenin mevcudiyeti' kabul ve ilan edildi.

Başbakan Bülent Ecevit, adada gelişmelerin kötüye gitmesi sebebi ile diplomatik görüşmeler yapmak üzere Londra'ya gitti. Acil olarak toplanan TBMM, Hükümete genel savaş açma yetkisi verdi. 14 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Trakya'da bulunan 1. Ordu, Ege ve Akdeniz'de bulunan birlikler alarma geçirildi. Ayrıca Kıbrıs'a harekat için karargahı Adana'da bulunan 6. Kolordu Türkiye'nin adaya en yakın noktası olan Mersin'e kaydırıldı.

Biz aslında savaş için değil, barış için, yalnız Türklere değil, Rumlara da barış getirmek için Ada’ya gidiyoruz. Türkiye’nin Kıbrıs’ta barış, kardeşlik ve özgürlük için giriştiği harekât, bu sabah erken saatlerde başlamıştır…
Türkiye Cumhuriyeti tarafından Başbakan Bülent Ecevit Kıbrıs konusunu görüşmek ve gerekirse ortak müdahale yapılabilmesi için İngiltere'ye gitti. Bu sırada koalisyondaki MSP Lideri ve Başbakan Vekili Necmettin Erbakan Milli Güvenlik Kurulu'nu Başbakan Ecevit'in talimatıyla toplayarak müdahale kararının alınmasını sağladı.
Karar, İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine bildirildiği gibi Ankara'da bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Joseph Sisco'ya da iletildi. Libya'dan uçaklar için motor yağı, napalm malzemesi, 20 mm'lik top mühimmatı; İran'dan roketatarlar; Pakistan'dan mühimmat ve sağlık malzemesi teslim alındı.

20 Temmuz 1974 sabahı Türk ordusu, adaya saat 6:05'ten itibaren havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Türk paraşütçüleri Lefkoşa'nın kuzeyine, Hamitköy - Gönyeli ve Pınarbaşı bölgelerine indi. Denizden çıkarma, Deniz Piyade Tugayı'na bağlı askerlerce Karaoğlanoğlu (Pentemili) plajına yapıldı. Rumlar, Türkiye'nin 1963 ve 1967'deki gibi adaya müdahale edemeyeceğini düşünmüş bu yüzden ilk başta etkili müdahale edememiş, akşama doğru karşı harekata başlamışlardır. Rumların karşı taarruzu 20 Temmuz akşamından 21 Temmuz sabahına kadar sürmüş, fakat Rum birlikleri başarı sağlayamamış Türk kuvvetleri mevzilerini korumayı başarmıştır. Ertesi gün tekrar ilerlemeye devam eden 4. Paraşüt Taburu, Rum birlikleri tarafından saldırıya uğrayan Kıbrıs Türk Alayı ile birleşerek Lefkoşa Havalimanı ve Kaymaklı bölgesine taarruza başladı. 2. ve 3. Türk Komando Taburları da Zeytinli istikametinde ilerlemeye başladı. 22 Temmuz'da 3. Paraşüt Taburunun taarruzu sonucu, Deliktepe'nin ele geçirilmesiyle, Türk birlikleri önce Girne’ye girdi, daha sonra da Lefkoşa’ya yöneldi. Ateşkes başlamadan Girne-Lefkoşa hattı birleşti.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 353 sayılı kararının 5. maddesi gereği 22 Temmuz 1974 tarihinde ateşkes ilan edildi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin bu müdahalesinin sonucunda Yunanistan'daki cunta idaresi ve Kıbrıs Cumhuriyeti'ndeki Nikos Sampson Hükûmeti görevini bıraktı.

Ancak 8 Ağustos'ta II. Cenevre Konferansı'nın yapılmakta olduğu zamanda Türklerin Limasol ve Larnaka civarında bir miktar köyü boşaltmış olmalarına rağmen, Rum Millî Muhâfız Alayı ve EOKA-B ele geçirdikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır.

Cenevre'de sürdürülen görüşmeler sırasında anlaşmanın mümkün olmadığı kanaati kesinleşince harekâtın yeniden başlatılacağı anlamına gelen "Ayşe Tatile Çıksın" (Ayşe, Turan Güneş'in kızı Ayşe Güneş'in adıdır.) parolasını Türk Dışişleri Bakanı Turan Güneş, Başbakan Bülent Ecevit'e bildirdi.

Bunun üzerine 13 Ağustos'ta Türk birlikleri tekrar ilerlemeye başladı. Türk birlikleri 14 Ağustos'ta başkent Lefkoşa'ya, 15 Ağustos'ta Lefke ve Magosa'ya girdi. Harekât neticesinde bir taraftan Magosa'ya diğer taraftan Lefke'ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi.

Zürih ve Londra andlaşmalarına göre Kıbrıs'a yapılan Türk askeri müdahalesi yasaldır. Türkiye, yükümlülüklerini yerine getirme hakkı olan garantör devletlerden biridir. Esas suçlular darbeyi hazırlayan ve icra eden ve bu suretle de bu müdahalenin koşullarını hazırlayan Yunan subaylarıdır.

Kıbrıs Barış Harekatı sonunda tarafların kayıpları şöyleydi: Türk Silahlı Kuvvetleri'nden 415 Kara, 65 Deniz, 5 Hava, 13 Jandarma olmak üzere toplam: 498 şehit ve 1,200 yaralı verilmiştir. Kıbrıs Türk tarafı ise, 70 mücahit şehit, 270 sivil şehit, 1,000 yaralı. Kıbrıs Türkleri genel olarak 1,672 şehit ve binlerce yaralı vermiştir. Rumlar ve Yunanlılar ise 4 bin ölü, 12,000 yaralıları olmuştur.

Savaşın dışında olmasına rağmen BM Barış Gücü askerleri de kayıp vermişti: 3 Avusturyalı asker ölmüş, 24 Avusturyalı, 17 Finlandiyalı, 4 İngiliz ve 3 Kanadalı asker de yaralanmıştı.

1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti, 15 Kasım 1983'te ise Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti olarak sınır dışı yaptığımız müdahaleler arasında yaşanan KARDAK KRİZİ vardır. 1996 Ocak ayı sonunda krize dönüşen ve iki tarafın askerlerini karşı karşıya getiren olaylar üzerine 25 Aralık 1996 günü Türkiye bandralı bir yük gemisi Kardak kayalıklarında karaya oturdu. Krizi tırmandıran ise her iki ülkeden adaya çıkıp bayrak diken sivillerdi.

26 Ocak 1996 günü, Kardak’a en yakın ada olan Kalimnos (Kilimli) Adası papazı, belediye başkan yardımcısı Kardak Kayalıkları'na çıktı ve bayrak dikti. 27 Ocak günü ise Türkiye’den bir grup gazeteciyi adaya inerek kayalıktaki Yunanistan bayrağını indirerek Türk bayrağını diktiler. Bu olaylar gerilim daha da artırdı. Yunanistan askerleri iki kayalıktan doğuda olanına çıktı. 30 Ocak gecesi Türkiye SAS komandoları batıdaki Kardak kayalığına çıktı. Sabah olduğunda Türk bayrağını gören Yunan askerleri şoke olmuştu. Kayalıkların iki tarafında iki bayrak dalgalanıyordu. Bu olayın ardından Yunanistan’daki cunta yönetimi ve genelkurmay başkanı istifa etti.

Türkiye Cumhuriyetinin sınır ötesi operasyonları arasında 90'lı yıllarda gerek yurt içinde gerekse sınır ötesi konumdaki PKK hedeflerine yönelik olarak yoğun bir terörle mücadele sınavı verdi. Sürecin en çarpıcı ve etkili olan olayı ise PKK'nın elebaşı Abdullah Öcalan'ın Kenya’da yakalanması oldu. 16 Şubat 1999'da Öcalan, Kenya'nın Başkenti Nairobi'de güvenlik güçlerinin düzenlediği özel bir operasyonla yakalandı. Öcalan'ın yakalandığı yönünde gelen haber, tüm Türkiye'de bayram havası estirdi. PKK’nın elebaşı artık cezaevindeydi.

Sınır ötesi önemli harekatlar arasında Suriye’ye düzenlenen Şah Fırat Operasyonu, Fırat Kalkanı Harekatı, İdlip Operasyonu, Zeyltin Dalı Operasyonu, Bahar Kalkanı Harekatı gibi operasyonlar var.

Suriye'de 2011 yılında başlayan iç savaşın ardından Türkiye’nin sınır güvenliği tehlikeye girdi. Sınır bölgesindeki terör yuvalanmasından Türkiye’ye sızan teröristler ülke içinde birçok kanlı eylem düzenledi. En son Gaziantep’te bir düğüne yapılan saldırının ardından düğmeye basıldı ve TSK Fırat Kalkanı Harekatı’nı başlattı. Türkiye, 24 Ağustos 2016 şafak vakti Fırat Kalkanı Harekatı ile Suriye’ye girdi. Fırat Kalkanı Harekatı'nı Özel Kuvvetler Komutanı Korgeneral Zekai Aksakallı yönetti. Türkiye, Fırat’ın batısının kendisi için kırmızı çizgi olduğunu defalarca hatırlattığı terör örgütlerine mesaj vermek amacıyla 'Fırat Kalkanı' ismini tercih etti. Harekat sırasında 71 askerimiz şehit oldu. Harekâtın en zor bölümünü El Bab ve çevresinde yaşanan çatışmalar oluşturdu.

Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Özgür Suriye Ordusu ile birlikte 24 Ağustos 2016'da başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı 30 Mart'ta sona erdi. PPK’nın Suriye’deki uzantısı PYD/YPG’nin Esed rejimin bölgeden çekilmesiyle birlikte yerleştiği Afrin’de giderek güçlenmesi ve Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit etmesinin ardından Afrin (Zeytin Dalı) harekâtı başlatıldı.

Suriye’de girişilen üçüncü harekat ise Barış Pınarı harekâtı oldu.
2 Ocak 2020 günü kabul edilen Cumhurbaşkanlığı teskeresiyle Mehmetçik Libya’ya gönderildi. Teskere AKP’li ve MHP’li 325 milletvekilinin oylarıyla kabul edilirken, millet ittifakına mensup 184 milletvekili aleyhte oy kullanmıştı.
Şimdilerde de, Afganistan’a asker gönderilmekten bahsediliyor. Taliban, Afganistan’a girecek yabancı güçleri hedef alacağını açık bir şekilde ilân etmiş bulunmakta. Türk Askerini, Afganistan’a yönlendriren elbette ABD’dir. Kendi askerleri öleceğine, (TÜRK ASKERLERİ ÖLSÜN!) diyor, herhalde!

Dileriz ki, barış tesis edilir ve Mehmetçiğin mübarek kanı Afganistan’da heder edilmez! HEM, “YURTTA SULH, CİHANDA SULH) İLKEMİZE NE OLDU!

TAŞLAMALAR

EKENOMİK KURTULUŞ
SAVIŞIMIZ SÜRÜYOR
BAŞKOMUTAN CEPHEDEN
TALİMATLAR VERİYOR

BU SAVAŞI KAZANMAK
BOYNUMUZUN BORCUDUR
ÜLKEMİZİ ÇÖKERTMEK
KİMSENİN HARCI MIDIR

EKONOMİ DEDİĞİN
BİZDEN SORULUR ELBET
KİTABINI YAZMIŞIZ
UZATMAYA NE HACET

HEM, FAİZ İÇİN (NAS) VAR
BOŞUNADIR KONUŞMAK
FAİZ HARAMDIR DİYOR
ALLAH’IN EMRİ BU, BAK

YAZIYI PAYLAŞ!