CEMAATLER VE TARİKATLAR NEDEN ATATÜRK'E KARŞI! - Ahmet Arıtürk

CEMAATLER VE TARİKATLAR NEDEN ATATÜRK'E KARŞI!


Sözde İslami cemaatler, Mustafa Kemal ATATÜRK’e neden bu kadar takıntılılar biliyor musunuz. Çünkü ATATÜRK onların yüce İslam dinini kendi menfaatleri için kullanmalarının önüne set çekmişti. Bir İlahiyatçının söylediği gibi, Türkiye’de mevcut tarikatların yüzde 80’i İslam dinine zarar vermekte adeta yarışıyorlar. Bana kalırsa bu oran yüzde 80 değil, yüzde 90’dır.

Önce, Atatürk’ün din konusunda söylemlerine kulak verelim. Sonra kendi yorumumuzu ekleyelim.

*Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sade din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.

*Laiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Tüm yurttaşların vicdan, ibadet ve din özgürlüğü demektir.

*Din ve mezhep herkesin vicdanına kalmış bir iştir. Hiç kimse hiçbir kimseyi, ne bir din, ne de bir mezhebi kabul etmeye zorlayabilir. Din ve mezhep hiçbir zaman politika aleti olarak kullanılamaz.

*Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, İlerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz.

*Softa sınıfının din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler. İğrenç kimselerdir. İşte bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz.

*Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlar ve tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün öğelerinden bir an önce kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir.

*Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla vazifeli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur.

*Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah'ın emrettiği şeyi, kadın ve erkek beraber olarak ilim ve kültür edinmeleridir. Kadın ve erkek, bu ilim ve kültürü aramak ve nerede olursa oraya gitmek ve onunla dolu olma zorundadır. İslam ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki bugün kendimizi bir türlü kayıtları bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim, kültür ve diğer hususlarda erkeklerden katiyen geri kalmamışlardır. Belki daha ileriye gitmişlerdir.

*Türkiye Cumhuriyetinde, her yetişkin dinini seçmekte hür olduğu gibi, belirli bir dinin merasimi de serbesttir. Yani, ibadet hürriyeti vardır. Tabiatı ile ibadetler, güvenlik ve genel adaba aykırı olamaz; siyasi gösteri şeklinde de yapılamaz. Geçmişte çok görülmüş olan bu gibi durumlara artık Türkiye Cumhuriyeti asla katlanamaz.

*Laik hükümet kavramından dinsizlik manası çıkarmaya çalışan fesatçılara fırsat vermeyiniz.

*Arkadaşlar, efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır.

*Bazı kimseler asri olmayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların maksadı, İslam'ın kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir?

*Bizim dinimiz en makul ve en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabi olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur.

*Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.

*Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar.

*Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN din ve lâiklik konusundaki bazı sözlerine dikkatleri çektikten sonra asıl konumuza gelelim. Mevcut yasalara göre tarikatların ve cemaatlerin yasak olmasına karşılık maalesef ortalıkta cirit atmakta, hatta siyasetin şekillenmesinde bile rol oynamaktadırlar. Gerçek din adamlarının bile sakıncalı buldukları bu oluşumlarla, mevcut yasalar çerçevesinde neden mücadele edilmediği bellidir. Çünkü tarikatlardan medet uman siyasi hareketler vardır. Tarikatları güçlendiren ve ön plana çıkaran da budur. Varlıklarını tarikatlara borçlu siyasetçiler var oldukça Türkiye bu girdaptan kurtulamaz…

MÜRİTLER UÇURUR!!!

(Şıhlar uçmaz, müritleri uçururlar!) şeklinde söylenen bir deyim vardır. Bu deyim için şöyle bir anekdot anlatılır:
Siirt gibi şıhların yoğun oldukları bir muhitte, müritlerinin, (Kuş olup Mekke’ye, Medine’ye gidiyor, bazı vakit namazlarını orada kılıyor!) diyerek şıhlarını abartılı bir şekilde övmekte birbirleriyle yarışmalarına içerleyen Bektaşi meşrep biri, daha fazla dayanamayarak ve başına gelebilecek her türlü belayı göze alarak bahsi geçen zatın divanına gitmiş. Divan, ahmak müritlerle tıklım-tıklım doluymuş. Bektaşi meşrep kişi bir fırsatını bulup sormuş:

-Şıh hazretleri, sizin için (Kuş olup uçarak Mekke’ye Medine’ye gidiyor, bazı vakit namazlarını orada kılıyor) demektedirler. Gerçeği bir de sizden duymak isterdim! diye sorunca, divandaki müritler bir hayli sinirlenmişler amma, Şıhın huzurunda bir taşkınlık yapmaktan imtina etmişler. Şıh ise gayet samimi bir şekilde cevap vermiş:

-Bizim kuş olarak uçtuğumuz, Mekke’ye, Medine’ye giderek vakit namazlarını kıldığımız yok. Mucizeler göstermek Peygamberlere özel bir durumdur. Böyle bir mucize göstermek de zaten mümkün değildir. Biz uçmuyoruz amma, olsa olsa bizi uçuranlar müritlerimizdir. Siz bu söylenenlere inanmayınız! Bu gibi söylentiler bizim de kulağımıza geliyor ve bundan çok rahatsız oluyoruz, demiş.

Şimdi birileri için:

*Allah’ın (Celle Celelühü) bütün sıfatlarını üstünde taşıyor.
*Hazret-i Muhammed’ten (O’na al ve ashabına salat ve selam olsun) sonra Peygamber gelseydi, o olurdu.
*O’na dokunmak ibadettir!
*O, Allah’ın yeryüzündeki gölgesidir!
*Rahmeti, gazabını aşmıştır!
*Doğduğu şehirler de mübarektir!
*Çıktığı televizyon yere konmaz!
*G.tünün kılı olurum!

Dediklerini duyuyoruz da, bunlara karşı bir tepki göremiyoruz. (Sükut, ikrardan gelir) denilmiştir. Bahse konu kişi, kendisiyle ilgili bu söylemleri duymuyorsa, bir diyeceğimiz yok, amma, duyuyor da sessiz kalıyorsa, o zaman söylenecek söz çok…

Keşke o da, anekdotta bahsi geçen ve (Biz uçmuyoruz amma, müritlerimiz bizi uçuruyorlar) diyen ŞIH gibi, kendisine yönelik bu şirke varan methiyeleri reddetse.

O zaman biz de kendisine inanacak ve normal sınırlar içinde kalarak sevmeye devam edecektik…

BİR SİİRT ANEKDOTU

Siirt’te yaşandığı anlatılan masalımsı bir anekdot vardır. Dürüstlüğün, paylaşmaya önem vermenin, karşısındaki kişinin hak ve hukukunu düşünmenin önemine vurgu yapması açısından mana dolu bu anekdotu okuyucularımla paylaşmak istedim. İşte, ibret dolu o anekdot:
Öyle anlatılır ki, bundan yıllar-yıllar önce Siirt’te yaşayan iki kardeş varmış. Kardeşliği, hakkıyla yaşayan ve her konuda birbirine destek olmakta yarışan bu kardeşler, çiftçilikle uğraşır, babadan kalma tarlalarını ekip, biçerek geçimlerini bununla sağlarlarmış.

Yine, tarlalarını ekip biçtikleri bir yıl, mahsullerini daha başak halindeyken kile usulü bölüşmüşler, sonra da birinin hakkı, diğerine geçmesin diye hangi kümenin kime ait olacağı konusunda kura çekmişler. Böylece hangi kümenin, kime ait olduğunu belirlemişler.

Taksimatı yapan kardeşler, başak halindeki buğdaylarını daha sonra değerlendirmek üzere tarlada bırakıp eve gitmişler. Eve gitmişler ama yapılan taksimat büyük kardeşin içine sinmemiş. Kendi kendine:

-“Ben evliyim, kardeşim daha bekâr, evlenecek, paraya ihtiyacı olacak, iyisi mi, haberi olmadan, tarlaya gideyim de kendi payıma düşen buğdaydan, kardeşimin payına katayım” demiş ve tarlaya giderek kendi buğday kümesinden, kardeşinin buğday kümesine dökerek, hiçbir şey olmamış gibi gönül huzuruyla eve dönmüş.
Gerçek kardeşlik duygusu bu ya, küçük kardeş de kendi kendine düşünüyor ve için-için:

-“Kardeşim evli, çoluğu-çocuğu var. Ben yalnız başıma biriyim. Onun benden çok daha fazla paraya ihtiyacı olacak, iyisi mi tarlaya gideyim, ağabeyimin haberi olmadan, kendi payımdan onun payına aktarma yapayım” demiş ve o da tarlaya giderek, kendi buğday kümesinden, ağabeyinin kümesine bir hayli buğday başağı aktarmış.
Öyle anlatılır, iki kardeşin bu samimi davranışları YÜCE ALLAH’IN öylesine hoşuna gitmiş ki, daha BAŞAK halinde olan buğdaylara (ALTIN OL) buyruğunu vermiş, bütün başaklar, altına dönüşmüş.

İster (masal) deyin, isterseniz de (öyle şey olur mu) diyerek gülüp geçin. Ancak bu anlatılanda çok önemli bir vurgu ve alınacak dersler vardır. O da gerçek kardeşlik duygusunun ne anlama geldiğidir.
Hem, başakların altına dönüştürülmesi YÜCE ALLAH’IN indinde hiç de zor bir iş değildir. (KÜN FEYEKÜN) hükmü tartışmasızdır. (OL) dedi mi, olur…

Aslında bu gibi durumların, sadece kardeşler arasında değil, toplumun her kesimi arasında yaşanması ne güzel olurdu. İşte, gerçekte SOSYAL ADALET dedikleri bu olsa gerek. Toplumda sosyal adalet, ancak, insanlara ihtiyaçlarına göre vermekle sağlanabilir.

ANEKDOT

Gönlü zengin biri, genelde fakir fukaranın, garip gurebanın takıldıkları çayhaneye benzer bir yere girmiş. Bir masada sohbet eden iki kişinin yanlarına giderek takılmış. İçlerinden birine:

-Ara sıra içer misin, kıza, kadına takılır mısın? diye sormuş.
Sorduğu kişi samimiyetle cevap vermiş:

-Param olsa hem içerim, hem kıza, kadına takılırım!
Diğerine aynı soruyu sorunca beriki cevap vermiş:

-Haşa, sümme haşa! Ne içkiyle, ne kızla, kadınla aram olmaz!
Bu cevapları alan gönlü zengin ehli keyf adam çıkarıp birinci muhatabına 10 (on) altın, ikinci muhatabına ise 1 (bir) altın vermiş. Kendisine 1 altın verilen kişi dayanamayarak sormuş:

-Beyzadem, günah fiiller işleme düşkün kişiye on altın verip de bana neden bir tek altın verdiğinin hikmetini öğrenebilir miyim!
Gönlü zengin kişi cevap vermiş:

-Ben, ihtiyaca göre sadaka veririm. Gerisi HAZRET-İ ALLAH’IN bileceği iştir.

TAŞLAMA
ZAM YAĞIYOR, ZAM ÜSTÜNE
KAZIK VUR, KAZIK ÜSTÜNE
DOĞALKAZIK KIÇIMIZDA
ELEKTRİĞİ KOY ÜSTÜNE

AMMAN, AMMAN, AMAN, AMAN
EMEKLİNİN HALİ YAMAN
ÜRPERMEKTE İÇLERİMİZ
KİRA VAKTİ GELDİĞİ ZAMAN

DEVLET BABA YAPA-YAPA
ZAMLAR OLDU BAŞA SOPA
ÖNCE KAZIKLARI ÇAKTI
GÜYA ZAM YAPTI MAAŞA

AMAN EY GÖNÜL AMAN EY
FAKİR NE YAPSIN SÖYLE BEY
ONBEŞMİLYON İŞSİZ VARDIR
ONLAR NE YAPSIN SÖYLE HEY
*
NOT: BUGÜNKÜ TAŞLAMAMIZ
“KAR YAĞIYOR KAR ÜSTÜNE”
ŞARKI SÖZLERİNDEN UYARLANMIŞTIR.
AHMET ARITÜRK’ÜN
ŞİİRLERİ (MANİLER)
GÜLÜN KOKUSU GÜZEL
RENGİ, DOKUSU GÜZEL
ON GÜLE ÂŞIK OLDUM
ON’UN DOKUZU GÜZEL

KAYS’IN, LEYLÂ’SI GÜZEL
GÖNÜL MEVLÂSI GÜZEL
AŞKIN BENİM GÖNLÜMÜN
OLDU CİLÂSI GÜZEL

GÖZLERİ ELÂ GÜZEL
GÖNLÜME BELÂ GÜZEL
BEN YETİMİM, KOLLARIN
BOYNUMA DOLA GÜZEL

ÂŞIĞIN SAZI GÜZEL
GÜZELİN NAZI GÜZEL
O NAZENİN ADINI
GÖNLÜME KAZI GÜZEL
*
GEL KULAK VER EZÂNA
CANLAR KATMADA CANA
ALLAH’A İNANMAKLA
HUZUR GELİR İNSANA

DİNDAR HUZURLU OLUR
HUZURU KALPTE BULUR
İŞİ ZORDUR DİNSİZİN
SEBEPLER ARAR, DURUR

BAĞLANMA GEL SEBEBE
SAHİP OL GEL EDEBE
TEDBİR GEREKLİ AMMA
TEDBİR, KADERE GEBE

BOYUN EĞDİK KADERE
SALDI BİZİ KEDERE
AH-Ü ZÂR ETME YETER
BUNLAR SINAVDIR ERE

YAZIYI PAYLAŞ!