Ahmet Arıtürk Yazdı: DİLSİZ ŞEYTAN OLMAK!!! - Ahmet Arıtürk

Ahmet Arıtürk Yazdı: DİLSİZ ŞEYTAN OLMAK!!!



“Haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır” mealindeki hadis-i şerif gerçekten çok anlamlıdır. Bir başka hadis-i şerifin mealiyse “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki, bu imanın en zayıf derecesidir” şeklindedir. (KALBİ İLE DÜZELTSİN) deyimini günümüze uygun olması açısından (SEÇİMLERDE OYU İLE DÜZELTSİN) şeklinde yorumlayabiliriz.

Bu hadis-i şeriflerin anlamları, emri bil ma’ruf ve nehyi anil münker (iyiyi emretmek ve kötüye karşı durmak) sırrında saklıdır. Evet, (Elhamdülillah Müslümanım) diyenlerin ve özellikle biz gazeteci geçinenlerin çok önemli görevleri vardır. Haksızlığa karşı susmamak, yapılan haksızlıkları kalemlerimizle yazıya dökmek!

İstiklâl Marşımızın Güfte yazarı Merhum Mehmet Akif Ersoy’un buyurduğu gibi “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevmem” duruşunu tatbik etmek zorundayız…

“Padişahım çok yaşa” diyen şakşakçılardan olmak gerçek Müslüman’a yakışmaz. Er odur ki gerektiği yerde ve zamanda “KRAL ÇIPLAK” diyebilmelidir. Kişi, kendi aleyhinde bile olsa gerçeği konuşsun,
Evet, dilsiz şeytanlar sınıfına dahil olmak istemiyorsak gerektiği yerde ve zamanda haksızlığa karşı direnmek, çevremizde yaşanan ve şahit olduğumuz kötülükleri elimizle, dilimizle düzeltmek veya kalbimizle nefret ederek kınamak zorundayız. Hele de (GAZETECİ-YAZAR) olduğumuzu iddia ediyorsak haberlerimizle, makalelerimizle, yorumlarımızla kaleme dökmek zorundayız. (Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın) yaklaşımı, çok yanlış bir yaklaşımdır. O yılan gün gelir bizi de sokar, bizi olmazsa bile, yakınlarımıza zarar verir. Bu gerçeği asla unutmayalım!

Gerçekten sorulması gereken soru şudur! “HAK ARAMAK, HAKSIZLIKLARA KARŞI ÇIKMAK EŞKIYALIK MI, NANKÖRLÜK MÜ, ERDEM Mİ?” Elbette, hak aramak hiçbir şekilde ne eşkıyalık ne de nankörlüktür, olsa olsa erdemdir.
Hâdis-i şeriflerden de anlaşılacağı üzere, haksızlığa karşı susmak, hak aramak asla nankörlük veya eşkıyalık değildir.

Milli Mücadelenin kahramanlarından Türkiye Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı Merhum İsmet Paşa’nın (İNÖNÜ) meşhur bir söylemi vardır:

“Bir memlekette, namuslular, en az namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memleket için kurtuluş yoktur” Merhum İnönü’nün bu sözü nedense bana günümüzü anımsatmaktadır. Hani (Taşların bağlanıp, köpeklerin salınması) şeklinde bir deyimimiz var ya! Bu iki deyimi harmanladığımızda görünen köye kılavuz istemez. Namuslular bir şekilde korkutulup, sindirilmiş, taşlar bağlanmışsa namussuzlara karşı mücadele vermek oldukça zordur. Kimimiz iş derdine, kimimiz aş derdine düşürülmüş, kimimiz İFTİRAYA uğramak, damga yemek korkusuyla, susturulmuş, sindirilmiş ise namussuzlarla nasıl mücadele edeceğiz!

Namuslular susturulunca, haliyle meydanlar da namussuzlara, bir başka ifadeyle köpeklere kalmış olmaktadır. Oysa (Susma, sustukça sıra sana gelecek) şeklinde yaygınlaşan bir de sloganımız bulunmaktadır. Dilsiz şeytan durumuna düşmemek için namusluların konuşmaları, GAZETECİLERİN YAZMALARI hem de çok açık ve net bir tavır alarak namussuzlarla mücadele etmeleri şarttır.

Peki, namussuzluk olarak nitelendirilebilecek işler nelerdir. Rüşvet, zimmet, irtikap, vurgun, talan, ihaleye fesat karıştırmak, (Devletin malı deniz, yemeyen domuz) anlayışına sahip olmak.

Aç bir insanın ekmek çalması namussuzluk değildir. Onun aç kalmasına yol açacak politikalar üretmek namussuzluktur! Namussuzluk, insanları senden-benden diye ayırmak, birilerinin haklarını yerken, birilerini kayırmaktır, Namussuzluk. KPSS’de 80-90 puan alanları, mülakat denilen sistemle eleyerek, 55-60 puan alanları işe almaktır.

Namussuzluk, işi ehline değil, yandaşlara, candaşlara vermektir. On liraya olacak işi yüz liraya mal etmektir.

Namussuzluğun yolları çok çeşitlidir. Sıralarsak, sayfalara sığmaz. İyisi mi son sözümüzü söyleyelim.

Namuslular silkelenip (bana neci) olmaktan kurtulurlarsa, inanın ki, namussuzların ipini çekmek çok kolay olacaktır.

Tarihte, haklarını aramakla ünlenen birçok eşkıyalar vardır. Dadaloğlu’nun “Ferman padişahın, dağlar bizimdir” diyerek zulme başkaldırması gibi, KÖROĞLU namıyla ünlenen, zalim Bolu Beyine karşı isyan bayrağı açan, asıl adı RUŞEN ALİ olan aynı zamanda bir halk ozanı olarak ünlenen benzeri eşkıyalar, aslında ZULME KARŞI KIYAM ETMİŞ VE HALKTAN BÜYÜK DESTEK GÖRMÜŞLERDİR.

Köroğlu adına ilişkin ilk bilgiler, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine dayanmaktadır. Seyahatnameye göre Köroğlu. XVI. yy’da yaşadığı kabul edilen eşitliği, adaleti, ezilenlerden yana olan kişiliğiyle destansı bir kahraman olarak kabul edilmektedir.

BENDEN SELAM OLSUN BOLU BEYİNE
ÇIKIP ŞU DAĞLARA YASLANMALIDIR
AT KİŞNEMESİNDEN KARGI SESİNDEN
DAĞLAR SEDA VERİP SESLENMELİDİR

DÜŞMAN GELDİ TABUR TABUR DİZİLDİ
ALNIMIZA KARA YAZI YAZILDI
TÜFEK İCAD OLDU MERTLİK BOZULDU
EĞRİ KILIÇ KINDA PASLANMALIDIR

KÖROĞLU DÜŞER Mİ ESKİ ŞANINDAN
AYIRIR ÇOĞUNU ER MEYDANINDAN
KIRAT KÖPÜĞÜNDEN DÜŞMAN KANINDAN
ÇEVRE DOLUP ŞALVAR ISLANMALIDIR

Şiiri de ünlü olan Köroğlu gibi Halk Kahramanı eşkıyalar’!) çoktur.
Yazar Merhum Yaşar Kemal’in (İNCE MEMED) adını verdiği Romanının kahramanı da tipik halk kahramanı bir eşkıyadır. O da haksızlığa karşı isyan etmiş ve dağa çıkmıştır.

Adları gerçekten EŞKIYAYA çıktığı halde, halk kahramanı olarak kabul edilenler vardır. Bu bakımdan, birilerinin dediği gibi HAK ARAMAK ASLA NE NANKÖRLÜK NE DE EŞKIYALIKTIR. Haklarını arayanları, “NANKÖRLER-EŞKIYALAR” olarak nitelendirmek, densizliktir. Keşke, HAK ARAMAK BABINDA EŞKIYA OLABİLSEYDİK!

(SUSMA, SUSTUKÇA SIRA SANA GELECEK!) sloganı da gerçekleri ifade eden çok anlamlı ve ibret verici bir deyimdir. Buna benzer deyimlerimiz, atasözlerimiz vardır. Bir de buna ters anlamda olanlar vardır. Meselâ, (Bana dokunmayan yılan bin yaşasın) deriz. Oysa bize dokunmayan yılanın bir gün bizi de sokmayacağının garantisi yoktur.

Toplum olarak, haksızlıklara karşı el birliği içinde hareket etmeliyiz. Aksi takdirde, zulümler döner dolaşır, ayağımıza dolanırlar.
Haksızlığa, zulme ve zalimlere karşı çıkmak, Kur’an’ı Kerim’in de emridir. İnsanlara yapılan haksızlık, eziyet ve işkence, haksız yere cana kıymak, hırsızlık yapmak, Allah’ın sınırlarını aşarak insanların hakkına tecavüz etmek büyük günahlardandır. “Kim bir kişinin zalim olduğunu bilerek ona yardım etmek üzere zalim ile birlikte yürürse, İslâm’dan dışarı çıkmış olur” buyrulmuştur.

“Zandan sakının. Çünkü zan sözün en yalanıdır” mealindeki hadis-i şerif ise sanki yasalarımızda yer alan (MAKUL ŞÜPHE) kavramını vurgular gibidir.
Öyle anlatılır ki Hitler, Yahudilere karşı soy kırım uygulamaya başlayınca, diğer Almanlar (bize ne!) diyerek seslerini çıkarmadılar. Yahudilerin işini bitirdikten sonra, sıra Hıristiyanlara geldi. Onları da mezhepleri açısından soykırıma uğratmağa başladı. Öyle zaman geldi ki, Hitlerin bütün muhalifleri zulmünden hisselerini almaya başladılar.

Hatta bu konuda anlatılan bir anekdot vardır. MARTİN NEİLMÖLLER adlı Alman, Hitlerin zulmüne sessiz kalınmasına vurgu yaparak şöyle söylemiştir:

“Naziler, Komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım. Çünkü Komünist değildim. Sosyal Demokratlar içeri tıkıldığında yine sesimi çıkarmadım. Çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, yine sesimi çıkarmadım. Sendikacı da değildim. Benim için geldiklerinde ise sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Evet, eğer haksızlıklara karşı susarsak, zulüm görmek sırasının bize geleceğini asla unutmayalım. Sıranın bize gelmesine fırsat vermeden, zalimlere karşı sesimizi yükseltelim, tavrımızı ortaya koyalım!
Bir de özeleştiri yapalım. Gerçekleri dile getirmek konusunda Türkiye’de medyanın tarafsız olduğunu iddia etmek gerçekten safdilliktir. Medyanın, sözde tarafsız olanının büyük bölümü ise sözün tam anlamıyla üç maymunu oynamaktadır. Üç maymunu oynamak demek görmemek, duymamak ve konuşmamak (yazmamak)tır.

Gerçekleri görürken, görmezden; duyarken duymazdan gelmek ve konuşulması (yazılması) gereken yerde susmak (yazmamak) işte medyanın üç maymunları oynaması durumu budur.

Yani (Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytanlar) hükmündedirler. Maalesef, deve kuşu gibi başımızı kuma gömmüş durumdayız. Çevremizde olup bitenleri görmek, duymak ve yazmaktan kaçınıyoruz. Sonra da mesleğimizi soranlara utanmadan, sıkılmadan (GAZETECİ-YAZAR) diyoruz. Ne diyelim, duymayan, görmeyen, yazmayan gazeteci olmak da varmış, kaderimizde. Peki, suç kimde!

Evet, gazeteciler olarak en önemli görevimiz haksızlıklara, zulümlere karşı susmamak ve karşı durmaktır. Aksi takdirde HADİS-İ ŞERİFTEKİ (DİLSİZŞEYTANLAR) DURUMUNA DÜŞERİZ!!!
VE KENDİ KENDİMİZE ŞUNU SÖYLEYELİM: AH BİZ, DİLSİZ ŞEYTANLAR!!!

TAŞLAMALAR

MERAL AKŞENER HANIM
GERÇEKTEN BİR ASENA
MİLLETİMİZ ADINA
BİNLER TAKDİR VE SENA

YÜRÜ BACIM YOLUNDAN
TAVİZ VERME SAKIN HA
KIRILACAKTIR ELBET
KALKAN EL VARSA SANA

(FOSFORLU MERAL) DEĞİL
ASENA’SIN, ASENA
MERAL BACIM BİN HELAL
YÜRÜDÜĞÜN YOL SANA

NAMUSLU, ŞEREFLİSİN
KORKUN YOK HİÇ KİMSEDEN
BİN ERKEĞE BEDELSİN
GERÇEK ASENA’SIN SEN

YAZIYI PAYLAŞ!