1 KASIM 1928-1 ARALIK 1928 HARF DEVRİMİNİN KABULÜ VE YASININ YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ - Ahmet Arıtürk

1 KASIM 1928-1 ARALIK 1928 HARF DEVRİMİNİN KABULÜ VE YASININ YÜRÜRLÜĞE GİRMESİ



Harf Devrimi, Türkiye'de 1 Kasım 1928 tarihinde 1353 sayılı "Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun"un kabul edilmesi ve yeni alfabenin yerleştirilmesi sürecine genel olarak verilen isimdir. Kanun, 3 Kasım 1928 günü Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu yasanın kabulüyle o güne kadar kullanılan Arap harfleri esaslı Osmanlı alfabesinin resmiyeti son buldu ve Latin harflerini esas alan Türk alfabesi yürürlüğe kondu.

Türk alfabesinin içeriği, Latin harflerini yazı sistemlerinde kullanan diğer ülkelerin alfabeleriyle birebir aynı olmayıp Türk dilinin seslerini karşılamaları amacıyla türetilmiş harfleri bulundurmaktadır (Ç, Ş, Ğ, I, İ, Ö, Ü). Bunun yanı sıra Türk alfabesindeki harflerin okunuşları Batı dillerindeki harflerin okunuşlarından farklıdır. Örneğin C harfinin okunuşu Türk alfabesinde /d͡ʒ/ iken İngilizce alfabede /ˈsiː/'dir.

1 Aralık 1928 yeni Türk Harflerinin kullanımının yürürlüğe girdiği gündür. 9 Ağustos 1928 günü Harf Devrimine start verilmiş ve 4 ay gibi kısa bir süre zarfında yeni harflerin kullanılmasına geçilmiştir. Harf devrimi gerçekleştiğinde Türkiye genelinde okur-yazar oranı maksimum yüzde 5’ler düzeyindeydi. Arap Harflerinin zor olan kullanımının okur-yazar oranın düşük olmasında elbette çok önemli bir etkisi vardı. İşte, bunu gören ve bilen Mustafa Kemal ATATÜRK Harf devrimini gerçekleştirerek, ülkedeki okur-yazar oranının hızlı bir şekilde artmasını ön görmüş ve Harf Devrimini bizzat kendisi başlatmıştır. Harf Devriminin akabinde (MİLLET MEKTEPLERİNİ) de kurduran ATATÜRK, Arap harfleri yerine temelini Latin alfabesinden alan yeni Türk harflerinin halka benimsetilmesini sağlamıştır


Arap harflerinin öğrenimindeki zorluklar yanında Türkçenin dil yapısıyla bağdaşmaması nedeniyle belli bir kesimin tekelinde kalan bu alfabenin yerine Türkçenin özelliklerine uygun ve öğrenilmesi kolay yeni bir harf sisteminin getirilmesi Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte TBMM’de sıklıkla tartışılan bir konu olmuş, bunun sonucu olarak bir harf devriminin gerekliğine inanan Atatürk’ün isteği üzerine oluşturulan uzmanlar kurulu, Latin alfabesinin Türkçenin yapı ve kurallarına uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesiyle elde edilen yeni Türk alfabesini hazırlayıp Atatürk’e sunmuşlardır. Atatürk bu yeni alfabeyi 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda yaptığı bir toplantıda halka duyurmuş, kısa bir süre sonra da 1353 sayılı Yeni Türk Harfleri Kanununun 1 Aralık 1928’de TBMM tarafından onaylanması üzerine eğitim ve öğretimde Arap harflerinin yerini temeli Latin alfabesine dayalı yeni harflerin uygulamasına başlanmıştır.

Bugün ülkemizde okur-yazar oranı yüzde beşlerden yüzde 95’ler düzeyine çıkmışsa, bunun HARF DEVRİMİ sayesinde gerçekleştiğinin bilincinde olmalıyız. Harf Devrimine karşı çıkanların amacı, okur-yazarlığı tekellerinde bırakarak, geniş halk kitlelerine karşı üstünlük sağlamaktı. Devrimlere karşı çıkan yobazlar taifesi, harf devrimine de karşı çıkmak istemiş, ancak, ATATÜRK’ÜN taviz vermeyen kararlılığı sonucu kaybetmişlerdir.

Harf devrimine karşı çıkanlar, diğer devrimlerde olduğu gibi (DİN ELDEN GİDİYOR) yaygarasını koparmış ve Arap harflerinden, Latin alfabesine geçişi, sanki dinden çıkmak gibi lanse ettirmek istemiş, Arapça öğrenmenin sanki her Müslüman’a farz olduğu imajını vermeğe çalışmışlardı. Eğer onların dediklerini kabul edersek, 1928’li yıllarda okur yazar olmayan nüfusun yüzde 90’ı gerçek anlamda Müslüman değil miydi!

Bu bir gerçektir ki, Arapça Kur’an-ı Kerim’in ve hadislerin dili olması sebebiyle Müslümanlar için yine de çok önemli bir dildir. Temel İslâm bilimleri olan tefsir, hadis, fıkıh ve kelâmın ana kaynaklarının bu dil ile yazılmış olması, bu önemi daha da artırmaktadır. Bu öneminden dolayı, bazı âlimler Arapça öğrenmeyi farz-ı kifayeden saymışlardır.

Ancak bu âlimler Arapçayı, pratik iletişim dili olması hasebiyle, ibadet kapsamında değerlendirmemişlerdir. Onlara göre, Kitap ve sünnet ile istidlalin yolu, bu dili bilmekten geçer. Bunun için onu öğrenmek farz-ı kifayedir demişlerdir.
Farz-ı kifaye Müslümanların bir kısmının yerine getirmesinin yeterli olduğu eylemler anlamına gelir. Yani, Müslüman Türk Milleti içinde toplumu aydınlatmakla görevli din adamlarının Arapça okuma yazma bilmeleri, Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri tercüme ederek meallerini topluma intikal ettirmeleri yeterlidir.
Bugün için, din âlimlerinin vücuda getirdikleri tefsirleri Latin alfabesiyle rahatça okuyor ve anlayabiliyorsak, bunu da HARF DEVRİMİNE borçlu olduğumuzu ve Türkiye’de Kur’an-ı Kerimin ilk tefsir ve malinin ATATÜRK’ÜN EMRİYLE Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırıldığı gerçeğini asla unutmayalım.

Arap Harflerinin zor olan kullanımının okur-yazar oranın düşük olmasında elbette çok önemli bir etkisi vardı. İşte, bunu gören ve bilen Mustafa Kemal ATATÜRK Harf devrimini gerçekleştirerek, ülkedeki okur-yazar oranının hızlı bir şekilde artmasını ör görmüş ve Harf Devrimini bizzat kendisi başlatmıştır. Harf Devriminin akabinde (MİLLET MEKTEPLERİNİ) de kurduran ATÜRK, Arap harfleri yerine temelini Latin alfabesinden alan yeni Türk harflerinin halka benimsetilmesini sağlamıştır.

Arap harflerinin öğrenimindeki zorluklar yanında Türkçenin dil yapısıyla bağdaşmaması nedeniyle belli bir kesimin tekelinde kalan bu alfabenin yerine Türkçenin özelliklerine uygun ve öğrenilmesi kolay yeni bir harf sisteminin getirilmesi Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte TBMM’de sıklıkla tartışılan bir konu olmuş, bunun sonucu olarak bir harf devriminin gerekliğine inanan Atatürk’ün isteği üzerine oluşturulan uzmanlar kurulu, Latin alfabesinin Türkçenin yapı ve kurallarına uygun bir biçimde yeniden düzenlenmesiyle elde edilen yeni Türk alfabesini hazırlayıp Atatürk’e sunmuşlardır. Atatürk bu yeni alfabeyi 9 Ağustos 1928’de İstanbul Sarayburnu’nda yaptığı bir toplantıda halka duyurmuş, kısa bir süre sonra da 1353 sayılı Yeni Türk Harfleri Kanununun 1 Kasım 1928’de TBMM tarafından onaylanması üzerine eğitim ve öğretimde Arap harflerinin yerini temeli Latin alfabesine dayalı yeni harflerin uygulamasına başlanmıştır.

Bugün ülkemizde okur-yazar oranı yüzde beşlerden yüzde 95’ler düzeyine çıkmışsa, bunun HARF DEVRİMİ sayesinde gerçekleştiğinin bilincinde olmalıyız. Harf Devrimine karşı çıkanların amacı, okur-yazarlığı tekellerinde bırakarak, geniş halk kitlelerine karşı üstünlük sağlamaktı. Devrimlere karşı çıkan yobazlar taifesi, harf devrimine de karşı çıkmak istemiş, ancak, ATATÜRK’ÜN taviz vermeyen kararlılığı sonucu kaybetmişlerdir.

Bu bir gerçektir ki, Arapça Kur’an-ı Kerim’in ve hadislerin dili olması sebebiyle Müslümanlar için yine de çok önemli bir dildir. Temel İslâm bilimleri olan tefsir, hadis, fıkıh ve kelâmın ana kaynaklarının bu dil ile yazılmış olması, bu önemi daha da artırmaktadır. Bu öneminden dolayı, bazı âlimler Arapça öğrenmeyi farz-ı kifayeden saymışlardır.
Ancak bu âlimler Arapçayı, pratik iletişim dili olması hasebiyle, ibadet kapsamında değerlendirmemişlerdir. Onlara göre, Kitap ve sünnet ile istidlalin yolu, bu dili bilmekten geçer. Bunun için onu öğrenmek farz-ı kifayedir demişlerdir.
Farz-ı kifaye Müslümanların bir kısmının yerine getirmesinin yeterli olduğu eylemler anlamına gelir. Yani, Müslüman Türk Milleti içinde toplumu aydınlatmakla görevli din adamlarının Arapça okuma yazma bilmeleri, Kur’an-ı Kerim’i ve hadis-i şerifleri tercüme ederek meallerini topluma intikal ettirmeleri yeterlidir.

Bugün için, din âlimlerinin vücuda getirdikleri tefsirleri Latin alfabesiyle rahatça okuyor ve anlayabiliyorsak, bunu da HARF DEVRİMİNE borçlu olduğumuzu ve Türkiye’de Kur’an-ı Kerimin ilk tefsir ve malinin ATATÜRK’ÜN EMRİYLE Elmalılı Hamdi Yazır’a yaptırıldığı gerçeğini asla unutmayalım.

TAŞLAMALAR

FELAKET TELLALIYMIŞ
PAHALILIK VAR DİYEN
(TELLAL) EHVEN KELİME
(VATAN HAİNİ) DE SEN

(PAHALILIK VAR) DİYEN
VATAN HAİNİ ELBET
KADERİN İŞİ BUNLAR
AHRETİN İÇİN SABRET

DÖVİZ UCUZLADI DA
ARTTIRAN BİZ Mİ OLDUK
KURA KARŞI KURTULUŞ
SAVAŞINI BAŞLATTIK

EKONOMİK KURTULUŞ
SAVAŞINDAN ZAFERLE
ÇIKACAĞIZ ŞÜPHESİZ
YÜCE ALLAH BİZİMLE

YAZIYI PAYLAŞ!