Fatih Arıtürk

'MİLLETLERARASI İLK KADIN KONGRESİ' 18 NİSAN 1935'TE İSTANBUL'DA VE ATATÜRK'ÜN HİMAYESİNDE YAPILMIŞTIR

Fatih Arıtürk

15 Nisan günü Dolmabahçe'de şiddet mağduru kadınların yakınlarıyla iftar programında bir araya gelen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kadına şiddet konusunda mücadelelerini sürdüreceklerini belirterek:

"Ülkemizi kadına şiddet ve kadın cinayetleri ayıbından kurtarmakta kararlıyız, amasız fakatsız mücadeleyi sürdüreceğiz" ifadelerini kullandı.

Türkiye'yi kadın cinayetlerinden kurtarmakta kararlı olduklarını söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, hayatının her alanında kadının korunması için mücadele edildiğini iddia ederek “İnsanın insana şiddet uygulaması kabul edilemez. Kadın sevginin sembolüdür. Her ne kadar geçmişinden birileri farklı fotoğraflar çizmeye çalışsa bile kadınlar bizim için sosyal hayatta saygıdeğer biryere sahip olmuştur.

KADES uygulaması şiddet mağduru kadınlarımıza tek tuşla emniyet teşkilatımıza ulaşma imkanı veren bir yeniliktir. Geçtiğimiz 4 yılda bu uygulamayı (KADES) indiren kişi sayısı 3,5 milyonu ve ihbarda bulunan kişi sayısı da 360 bini geçmiştir. Kadına şiddetin ve cinayetlerinin önüne geçmek için pek çok düzenlemeyi hayata geçirdik” buyurmuş.

Söz kadınlardan açılmışken, tarihi bir gerçeği hatırlatmakta yarar var. Milletlerarası ilyk KADIN KONGRESİ 18 Nisan 1935 tarihinde İstanbul’da Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN himayesinde yapılmıştı. İşin gerçeği şu ki kadınlar tarih boyunca ezilmiş ve bütün toplumlarda ikinci sınıf insan muamelesi görmüşlerdir. Fiziki güç üstünlüğü sebebiyle erkekler hep kadınlara egemen olmuş ve maalesef hala egemenliklerini sürdürmektedirler.

Türkiye’de kadınların özgürleşmeleri ve erkeklerle eşit statüye sahip olmaları ancak Cumhuriyetin kurulmasıyla gerçekleşmiştir. Türk kadınına birçok Avrupa ülkesinden önce kendilerinin bir talepleri dahi olmadan nice hakların verildiği bilinen bir gerçektir. Osmanlı İmparatorluğu döneminde kadın-erkek eşitliği gibi bir kavram asla gündeme gelmemiştir. Kadın haklarıyla ilgili yasalar ATATÜRK devrimlerinin en önde gelenleri arasında yer alır. 1926 yılında kabul edilen MEDENİ KANUN ile Türk kadınının esaret zinciri kırılmıştır. Türk kadınına seçme ve seçilme haklarının verilmesi de Medeni Kanun ile gerçekleşmiş, kadın erkek eşitliği sağlanmıştır. Medeni kanun sayesinde olmasaydı, ne Bayan Özlem Zengin ne de başka bir kadın Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilemeyecekti. Yani, Bayan Zengin bugün milletvekili olabilmişse bunu MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’E BORÇLUDUR!

Türk kadınına, 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930′da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmış, 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 4 Mayıs 1931′de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 Ekim 1932′de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar, köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da, 8 Ekim 1934′de kabul edilen ve 5 Aralık 1934’de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar, bu meyanda “Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı” verilmiştir.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın daha yeni-yeni yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler, ATATÜRK tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. ATATÜRK, Cumhuriyet’in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923’de şöyle demiştir:

“Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun, bir organı faaliyette bulunurken, diğer bir organı işlemezse, o sosyal toplum felçlidir.”

Atatürk, çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk’ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı, Kurtuluş Savaşındaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya’da yaptığı bir konuşmada, bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirerek:

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte, Anadolu kadını kadar emek verdim, diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren, tarlayı eken, kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip, kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakar, o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı, şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim” demiştir.

Atatürk 30 Mart 1923′de Vakit Gazetesi’nde yayınlanan bir beyanatında;

“İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?”

Yine ATATÜRK bir konuşmasında “Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” diyerek, yaptıklarının gerekçesini az, öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Kadınların giysileri de Atatürk’ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk, 1 Eylül 1925′de İkdam Gazetesi’nde yayınlanan bir beyanatında şöyle demiştir:

“Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştemal veya buna benzer bir şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır”.

1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk, örtünen kadınlarla ilgili şunları söyler:

“Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz..”

31 Temmuz 1932′de Türkiye güzeli Keriman Halis’in, Belçika’da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O’na “Ece” unvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir:

“Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için, Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber, asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey, analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi, yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır.”

Atatürk, 18 Nisan 1935’te de kendisinin himayesinde İstanbul’da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie’nin de bulunduğu, dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı “Milletlerarası İlk Kadın Kongresi” delegelerine şöyle seslenir:

“Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek, dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz.”

Ulu önder, Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir:

“Kadınlarımız için asıl mücadele alanı, asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok, ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip, donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla, bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım.”

Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk, şöyle demektedir:

“Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir.”

Türk kadını, yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli, inançlı ve güçlü desteği Atatürk’ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya’da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanunları aldığımız İsviçre’de ise, kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken, çağdaşlaşmada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken, Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir:

“Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır.”

Atatürk hayatta iken yapılan 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını, TBMM’ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur. Atatürk’ün, çağı ve değişeni değil, değişecek zamanı milletine göstermesi, kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında, “BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi”, “İnsan Hakları Sözleşmesi” gibi konular, daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına, haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk’ü örnek bir lider almışlarsa, kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de, onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve ön görüşlü olmamış, onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir.

İşte, 12. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın (SAHİPLENECEĞİZ) dediği kadınlara, Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN GERÇEK ANLAMDA VE FİİLEN SAHİPLENMESİ!

Yazarın Diğer Yazıları