23 Aralık 1930 günü Cumhuriyetimizin en utanç verici, insanlık dışı olaylarından birinin yaşandığı tarihtir. Asteğmen Kubilay bundan 89 yıl önce kendilerini
MEHDİ’NİN ASKERLERİ
olarak tanımlayan gerici bir güruh tarafından vahşice şehit edilmişti. 24 yaşlarında genç Asteğmen Kubilay, Cumhuriyet devrimlerinin sembolüdür. Yobazlığa karşı çağdaşlığın, karanlığa karşı aydınlığın, cehalete karşı bilimin, şeriata karşı laikliğin anıtıdır.
Kubilay’ın şehit edilmesinin sebepleri arasında halifeliğin kaldırılması, şapka devrimi, medeni kanunla Türk kadınının özgürleştirilmesi, tekke ve zaviyelerin kapatılması ve harf devrimine karşı olan yobazların ayaklanması vardır.
“Din elden gidiyor…”
safsatasıyla ayaklanan güruh maalesef dün de vardı, bugün de var.
Peki, Kubilay’ı şehit eden Derviş Mehmet Kimdir? Menemen olayının baş aktörü derviş Mehmet’le ilgili bugüne kadar “Kubilay’ın katili” olması dışında pek bir şey yazılmadı. Kim olduğu, nerede doğduğu, ne iş yaptığı konusunda bilgiler kısıtlı. Oysa derviş Mehmet’in hayatına baktığımızda böyle vahşi bir cinayeti nasıl işlediğini rahatlıkla görebiliriz.
Derviş Mehmet Akhisar’da doğmuş bir Girit göçmenidir. Gerçek ismi Mehmet Bedavakidir. Menemen olayı yargılamalarında 33 yaşında olduğu yazılıdır. Faili meçhul bir cinayete kurban olan berber Hasan’ın oğludur. Çocukluğunda babasının yanında berberlik yapmış, sonra meyhanecilik, bekçilik, nikah dairesi memurluğu, çiftçilik gibi çeşitli mesleklerde çalışmıştır. Akhisar’dan Manisa’ya taşındığında iki çocuğunun annesi olan ilk eşinden boşanır. Paşaköy’de kadı Osman kızı Elif’le ikinci evliliğini yapmış, bu evlilikten de Abdullah isminde bir oğlu olmuştur. Kurtuluş savaşı yıllarında tahmin edeceğiniz gibi askerden kaçıp dağlarda eşkıyalık yapmıştır.
Cumhuriyet’in ilanından sonra Manisa’da bekçilik yaparken esrar içmeme sözü vererek Alaşehirli Ahmet Muhtar’ın müridi olmuştur. 1928 yılında evlendirme dairesinde memurluğa başlamış, bir cinayet şüphesi yüzünden azledilmiştir. Hayatı boyunca dindar olmayan derviş Mehmet, 1930 yılının ortalarından sonra (haşa) Allah’ın kendisiyle konuştuğunu ve kendisini aşikâr gördüğünü iddia etmiştir.
Kısacası, Derviş Mehmet hayatı boyunca çalıştığı hiçbir işte tutunamayan, sürekli kimlik arayışı içinde olan, bu yüzden tarikata giren, tarikata girdikten sonra koyu sünnileşen ve sonunda kendini mehdi ilan edecek kadar sapıtan bir ruh hastasıdır.Menemen olayı öncesi yapılan hazırlıklarAsteğmen Kubilay’ı öldürenler Nakşibendi tarikatına mensup kişilerdir. Tarikatın lideri olan şeyh Esat, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Erenköy’deki köşkünde gizlice toplantılarına devam etmiştir. Kutupların kutbu anlamına gelen kutb-ul aktab sıfatı taşıyan şeyh Esat, en güvendiği müritlerinden biri olan Laz İsmail’i Manisa’ya baş halife atayarak bu bölgede örgütlenmesini istemiştir. Muradiye camisinde hocalığa başlayan Laz İsmail. özellikle işsiz gençleri iş bulma vaadiyle kandırarak tarikata girmelerini sağlamıştır. Ayrıca şeyh Esat’tan gelen para ve diğer yardımlar, müritlere dağıtılarak daha çok mürit, tarikata kazandırılmıştır. Böylece Kubilay’ın öldürülmesi öncesinde Nakşibendi tarikatı Manisa’da yerini sağlamlaştırmıştır. Özellikle Serbest Cumhuriyet fırkasının kapatılmasından sonra tarikatta devlete karşı büyük bir öfke başlamıştır. Yangın için sadece bir kıvılcıma ihtiyaç vardır. O kıvılcımı yakacak olan kişi de mehdiliğini ilan etmek için hazırlıklara çoktan başlamıştır bile…
Derviş Mehmet’in mehdiliğini ilan etmesi ve Kubilay’ın şehit edilmesi 1930 yılı ortasında kendisini mehdi ilan eden Giritli Mehmet, Aralık ayının başında 7 kişilik ordusunu kurarak “hicret” etmeye karar vermiştir. Ordusunun 7 kişilik olması tesadüf değildir. Kur’an’da geçen ashab-ı kehf kıssasında geçen 7 kişiden etkilenmiştir. Zira yanına aldığı köpeğe de ashab-ı kehf kıssasında geçen köpeğin ismi olan Kıtmir adını vermiştir.
Giritli Mehmet’in yanına aldığı kişilere bakılırsa 63 yaşındaki sütçü Mehmet ve kendisi dışında kalanlar 16-29 yaş arası gençlerdir. En küçükleri 16 yaşında olan küçük Hasan, Giritli Mehmet’in yeğenidir
Küçük Hasan, Giritli Mehmet, sütçü Mehmet ve zeki Mehmet yola çıkmadan önce eşlerinden boşanmışlar ve 7 Aralık’ta Paşaköy’e ulaşmışlardır. Paşaköy’e giderken geçtikleri her yerde saygıyla karşılanmışlar, resmi kurumlara haber vermesi gereken köy muhtarları susarak adeta yaşanacak olan katliama davetiye çıkarmışlardır. Dönemin Paşaköy muhtarı yıllar sonra susarak isyana nasıl davetiye çıkardığını şöyle anlatmıştır:
“Efendim, ben o zaman, yani o tarihte köyün muhtarı idim. Mehdi Mehmet bu köyden evliydi. Yani Rukiye Hanım’ın kızı vardı, kendisini çok iyi tanırım, Manisa’nın Karaköy Mahallesi’nde oturuyordu. Bu köyden evli olduğu için, köylüler gibi idi, sık sık gelirdi. Bu Mehdi’nin kayınpederi ölmüştü. Kayınpederi ölünce tabi ki ona kaldı mirası. Bu yüzden benim tarla komşumdu. Bunlar zaten silahsız gezmezdi. Bunun öncesi çok havalı idi, ne yaptığını bilmez bir adamdı. Esrar içermiş, fakat görmedim. Bu, seferberliğe gitmedi. O zaman yaşı mı ufaktı bilmiyorum ama sakat falan değildi. Yani size şunu söyleyeyim ki, ne ararsanız bu adamda mevcut idi. Çok çirkef bir adamdı, bu köyde bir de oğlu vardı.”
7 Aralık’ta Paşaköy’e giden Giritli Mehmet, geceyi bacanağı Ahmet’in evinde geçirerek sabaha karşı Bozalan’a doğru yola çıkmıştır. Grup 11 saatlik yolculuktan sonra Sünbüllü köyüne geldiği gece müritlerinden Çakıroğlu Ramazan korkup kaçmıştır. Bunun üzerine Giritli Mehmet, diğer müritlerini tehdit ederek kaçmaya kalkışanı vuracağını söylemiştir. Giritli Mehmet, Bozalan’a geldiğinde Sütçü Mehmet’in akrabasının yanında kalmış, daha sonra köy içinde kendisini rahat hissetmeyerek müritleriyle beraber Sünbüllü dağında yaptırdığı kulübede kalmıştır ve mehdiliğini ilk kez burada ilan etmiştir.
Menemen olayına kadar geçen 15 günde Giritli Mehmet, Sünbüllü’de kalmıştır. 15 gün boyunca müritleriyle beraber esrar içerek zikir çekmiş, mehdiliğini herkese duyurmak için psikolojik olarak hazırlanmıştır. 22 Aralık’ı 23 Aralık’a bağlayan gece Giritli Mehmet ve müritleri yanlarına 3 tüfek, 4 tabanca, yüzlerce mermi, balta, testere, kılıç, kama alarak kayıkçı Mehmet’in kayığıyla önce Hasanlar geçidini geçmişler ardından Menemen’e ulaşmışlardır. Menemen’e girmeden önce cesaretlenmeleri için kendisi ve müritleri son kez esrar çekmiştir. Saat 06: 20 de sabah namazı kılınırken Müftü Camiine giren Derviş Mehmet, cami cemaatine mehdi olduğunu söyleyerek kendisine katılmaya davet etmiş, akşama kadar kendisine biat etmeyenlerin ise 70.000 kişilik halife ordusu tarafından kılıçtan geçirileceğini söylemiştir. Derviş Mehmet’in mehdi olduğunun kanıtı ise sadece yanındaki Kıtmir isimli köpektir.
İsyancıların 23 Aralık 1930 sabahı, sabah namazında harekete başladıkları Müftü (Köseköy) Camii Derviş Mehmet, cemaati kendisine biat etmeye davet ederken müritlerinden nalıncı Hasan, camideki “sancak-ı şerif” denilen üzerinde “La ilahe İllallah İnna Fetahneke” yazılı yeşil bayrağı alarak camiden belediye meydanına doğru yola çıkmışlar, belediye meydanına geldiklerinde yeşil sancağı meydanın ortasına dikmişler, sancağın çevresinde dönerek zikir çekmeye başlamışlardır. Derviş Mehmet meydanda toplanan kalabalığa “Ey Müslümanlar, ne duruyorsunuz? Halife Abdülmecit sınıra geldi, sancak-ı şerif çıktı, gelin altında toplanalım, şeriat isteyelim” diye çağrıda bulunarak şapka giyenlerin kâfir olduğunu, yakında tekrar fes giyileceğini, 70.000 kişilik halife ordusunun yolda olduğunu, Ankara’nın ele geçirildiğini söylemiştir. Bu çağrılardan sonra yarım saatte sancak etrafında 100 kişi kadar insan toplanarak zikir çekmeye başlamıştır. Eylemin gittikçe büyümesi üzerine ilk olarak Jandarma yazıcısı Ali Efendi olay yerine gelmiş fakat Derviş Mehmet “sen git komutanını yolla” diyerek yanından kovmuştur. Bunun üzerine bölük komutanı Fahri Bey, Derviş Mehmet’in yanına gelmiş, ancak o da Derviş Mehmet’in tehditleri karşısında önlem almak için geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bölük komutanı Fahri Bey, 43. Alay’dan askeri yardım isteyerek olay yerine asker yollanmasını istemiştir. Alay komutanlığı da 1. Tabur 3. bölük komutanı yedek subay Asteğmen Hüseyin oğlu Kubilay’ı bir müfrezeyle olay yerine yollamıştır. 1906 doğumlu olan Kubilay’ın gerçek adı Mustafa Fehmi’dir. Türk tarihindeki Kubilay’dan etkilenerek ismine Kubilay’ı da eklemiştir. Atak, heyecanlı, Atatürk devrimlerinin savunucusu ateşli bir gençtir. 1926 yılında Bursa öğretmen okulundan mezun olan Kubilay, askerliğinin son döneminde 43. alaya yedek subay olarak atanmıştır. Burada hem askerliğini hem de zafer mektebinde mesleği olan öğretmenlik yapmaktadır.
Alay komutanlığının emrini alan Kubilay, heyecandan yanına silahını bile almadan yola çıkmıştır. Yanına aldığı askerler de o sırada eğitim yaptıkları için yanlarında sadece manevra mermileri vardır. Kubilay, olay yerine gelince asilerin üzerine tek başına yürümüş, Derviş Mehmet’in yakasından tutup sert bir şekilde sarsarak hemen teslim olmalarını aksi takdirde kendisi ve müritlerine ateş ettireceğini söylemiştir. Bu kez durumun ciddiyetini anlayan Derviş Mehmet, Kubilay’ı silahıyla ağır şekilde yaralamıştır. Yaralanan genç komutanlarını gören askerler isyancılara ateş etmişler fakat manevra mermileri olduğu için işe yaramamıştır. Mermilerin kendisine zarar vermediğini gören Derviş Mehmet “gördünüz mü bana kurşun işlemiyor” diyerek çevresindeki kalabalığa mehdi olduğunu tamamen inandırmıştır. Bunun üzerine isyancılar daha da cesaretlenerek Kubilay’ın üstüne saldırmışlardır.
Yaralı genç Asteğmen Kubilay, önce belediye binasına sığınmak için koşmuş, ancak kapının kapalı olduğunu görünce yakınlardaki Gazez Camiine doğru koşturmuş, caminin avlusuna gelince yere düşerek kalkamamıştır. Derviş Mehmet ve isyancılar bunun üzerine meydandaki yeşil sancağa bağladıkları torbadan testere ağızlı bağ bıçağını çıkartarak Kubilay’ın üzerine saldırmışlar ve Derviş Mehmet Kubilay’ın başını gövdesinden ayırmıştır. Kafasını kesmekle kalmamış, “kan içmek haramdır ama bunun kanı helaldir, işte asilerin sonu böyle olur” diyerek Kubilay’ın kanını içmiştir. Kubilay’ın kafasını kesen caniler, daha sonra kesik başı meydandaki sancağın tepesine bir iple bağlayarak tekbir sesleriyle meydanda dolaştırmışlardır.
Silah sesi duyulduktan sonra olay yerine ilk gelenler mahalle bekçileri Hasan ve Şevki beydir. Çıkan çatışmada isyancılardan biri öldürülmüş, ancak iki bekçi de isyancılar tarafından şehit edilmişlerdir. Alay komutanlığı isyanın büyümesi üzerine daha büyük bir birliği olay yerine yollamış, teslim ol çağrısına bana kurşun işlemez diyerek karşılık veren Derviş Mehmet kurşuna dizilerek öldürülmüştür. Derviş Mehmet dışında sütçü Mehmet ve Şamdan Mehmet de çatışmada öldürülmüşler, yaralanan Emrullah oğlu Mehmet ve Hasan adında iki kişi yaralı halde kaçarken yakalanmışlardır.
Olayın tanıklarının mahkemedeki ifadeleri, vahşetin boyutunu daha net göstermektedir. Tanıklardan birinin ifadesi şöyledir:
“Ahali gittikçe büyüyordu. Yirmi dakika geçti. Birdenbire meydanı otuz kırk nefer silahlarına süngü takarak abluka etti. İçlerinden genç bir zabit ileri atıldı. Mehdi’nin yakasını tuttu ve şiddetle sarstı. Mehdi, genç zabiti silkeleyip yere attı ve elindeki silahı çevirerek zabite ateşledi. Yaralı zabit, yarasının ağırlığına rağmen ayağa kalktı ve meydandan çekildi. Halktan bir kısım bu esnada uzun uzun el çırparak alkışlıyor ve Allah Allah diye bağırıyordu. Aradan on beş dakika geçti. Asilerden biri, Mehdi’nin yanına gelerek, zabitin cami avlusunda yattığını haber verdi. Bunun üzerine Mehdi yanındaki birinden bıçağı alarak bir arkadaşıyla cami avlusuna girdi. Biz uzaktan duyduk. Yaralı gencin sesi yalvarıyordu. ‘Kesmeyin beni!’ Mehdi ise; ‘Anlaşıldı, anlaşıldı. Sen daha çocuksun. Kesilmekten korkuyorsun. Seni yüzükoyun yatırayım da görmeyesin… ’. Mehdi, genç ve yaralı zabiti yüzükoyun yatırdıktan sonra bir ayağını yaralı omzuna koydu, bir eliyle saçlarından tutup Kubilay’ın diri diri boğazını kesti. Sonra da elindeki başı caminin önündeki büyükçe bir taşın üzerine koyarak ‘Gördünüz mü? Kâfirlerin akıbeti işte budur’ diye bağırmaya başladı. Sonra, ‘Getirin bir ip!’ diye bağırdı. Meydanda toplanan halktan biri dükkânına koşarak ip getirdi. Kesilmiş başı bayrağın tepesine bağladılar…”
Menemen’deki isyanın bastırılmasından sonar Divan-ı Harp Mahkemesine verilen suçluların durumu 31 Ocak 1931’de TBMM de Adalet Komisyonu’nda görüşülmüş ve Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nun 26. maddesine dayanarak 31 ölüm cezasından 28’ini onaylamıştır. İdamlar 3 Şubat 1931 de Menemen’de gerçekleştirilmiştir
Kubilay’ın şehit edilmesinden sonra Gazi Mustafa Kemal 28 Aralık 1930’da orduya yayınladığı baş sağlığı mesajında duyduğu üzüntüyü ve yobazlara öfkesini şöyle dile getirmiştir:
“Menemen’deki gericilik olayında Yedek subay Asteğmen Kubilay Bey’in görev yaparken uğradığı akıbetten ötürü, Cumhuriyet Ordusu’na başsağlığı dilerim. Kubilay şehit olurken gericilerin gösterdiği vahşet karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkış tutarak olayı uygun bulduklarını belli etmeleri, bütün Cumhuriyetçiler ve vatanseverler için utanılacak bir durumdur. Vatanı savunmak için yetiştirilen, her türlü iç politikanın ve anlaşmazlığın dışında ve üstünde saygıdeğer bir durumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin vatandaşlarca yalnızca saygı ile karşılandığına şüphe yoktur…Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin mefkûreci öğretmen topluluğunun kıymetli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, canlılığını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.”
Genel kurmay başkanı Fevzi Çakmak, Atatürk’ün baş sağlığı mesajını orduya şu tamimle bildirmiştir:
“Zabit Vekili Kubilay Beyin feci bir surette vuku bulan şehadeti münasebetile Reisicumhur Hazretlerinin ordumuza taziyetnameleri sureti aynen yukarıya dercedilmiştir. Bütün kıtaat ve müessesatta umum zabit ve neferler muvacehesinde merasimi mahsusa ile okunmasını tamimen tebliğ ederim. Yüksek ordumuz hakkında her vakit ızhar buyurulan ve bu defa da pek âli bir surette tecelli eden bu muhabbet ve hissiyatı âliyeye karşı ordumuzun lâyezal rabıta ve şükranları Reisicumhur Hazretlerine bizzat arzolunmuştur. Bu kahraman arkadaşımızın şehadetinden dolayı teessürlerimi ifade ederken, bu aziz şehidin ruhunu tebcilen zati taziyetlerimin de bütün ordu arkadaşlarıma iblâğını ayrıca rica ederim.”
1 Ocak 1931 tarihinde mecliste konuşan Başbakan İsmet İnönü de duyduğu üzüntüyü şu şekilde ifade etmiştir:
“Hepimiz ailelerimizde yetiştirdiğimiz çocuklardan bir kurban vermiş olduk. Hepimiz bu kurbanda vatan için büyük ümitlerle yetiştirilen genç ve kahraman zabitlerden vatandaş eliyle feda edilmiş bir şehit gördük…
Meselenin dini siyasete alet ittihaz eden safhasına nazar-i dikkatimizi tevcih etmeliyiz. Siyasette aranılan şey bir takım adamların ve bilhassa politikacıların dini, ahar fertlerin hürriyeti aleyhine ve devletin kanunları aleyhine bir vasıta-i taarruz olarak kullanmamalarıdır. Memnu olan şey budur. Hadisede görüyoruz ki, cehaletleri bir kısmının cehaleti olabilir.
Bir kısmının bilerek tasmimleriyle ve cümlesi din elden gidiyor bahanesiyle bu adamlar mütearrız bir istikamete sevk olunuyorlar. Bu hareketler devlet ve Cumhuriyet aleyhine fiilen tecavüze kast mahiyetindedir.”
Asteğmen Kubilay’ın şehit edilmesi dinciliğin nasıl vahşet yarattığının açık kanıtıdır. Laiklik olmazsa neler yaşanacağını gösteren acı bir örnektir. Düşünün… 24 yaşında bir genç vahşice katledilmiştir. Hem de bir caminin avlusunda.. Neden? Sözde din için.. Hz. Hüseyin’in kafasını Kerbela’da kesenler de sözde din için savaşmamışlar mıydı? Yüzyıllar geçse de değişen bir şey yok. Bugün bile insanlar birbirlerinin kafasını sözde din adına kesmiyor mu? İşte bu yüzden inadına laiklik, inadına çağdaşlık, inadına Atatürk…
Kubilay, Türk devriminin, devrimlerin savunucusu Türk gençliğinin sembolüdür ve hiç kimse şunu unutmasın ki her Türk gencinin yüreğinde yobazların üstüne tek başına yürüyen bir Kubilay vardır. Kubilaylar ölmez!