Cüneyt Arıtürk

AHİLİK KÜLTÜR HAFTASI VE  ESNAF BAYRAMI DOLAYISIYLA:  SİİRT'İN GEÇMİŞ YILLARINDAKİ AHİ EVRAN RUHLU ESNAFLARI

Cüneyt Arıtürk

12-18 Eylül 2022 tarihleri arası günler bu yıl Türkiye genelinde ve İlimizde

“Ahilik Kültür Haftası ve Esnaf Bayramı”

olarak kutlanacak. Hafta münasebetiyle istedik ki,

AHİ’LİĞİN ANLAMI VE TARİHÇESİ HAKKINDA BİLGİLERİMİZİ TAZELEYELİM.

AHİ”

demek, Arapça

“KARDEŞ”

demektir. Bir başka tarife göre

“AKI”

kelimesinden türetilmiştir.

AKI

“Eli açık, cömert insan”

anlamına gelir.

Ahilik 13. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden bir esnaf teşkilâtıdır. Esnafların sanat ve meslek hayatında yetişmelerini, ahlaki yönden gelişmelerini sağlayan kuruluş olarak da tarif edilir.

AHİLİKTE TEMEL KURAL

“eline, beline, diline hâkim; eli açık, sofrası açık, gönlü açık bir esnaf”

olmaktır. Atalarımız, bunu büyük bir başarıyla gerçekleştirmişlerdi. Kendisinde ikinci alışverişini yapmak isteyen müşterisine

“KOMŞUM DAHA SİFTAH ETMEDİ. O İHTİYACINI DA KOMŞUMDAN

KARŞILA”

diyen esnaflar, bizim atalarımızdı.

Esnaflık, toplumun temel taşlarının en önemlilerinden biridir. Ama maalesef eskilerle, bizim aramızda dağlar kadar fark var. Öylesine farklar var ki, gerçekten araştırılırsa, neden böyle geri kaldığımız daha net bir şekilde ortaya çıkacaktır.

Eline, beline, diline hâkim olmak yanında eli açık, sofrası açık, gönlü açık esnaf artık mazilerde kaldı diyeceğiz ama yeni nesilden umutlu olduğumuzu belirtelim. Özellikle, mesleki liselerde yetişen ve ileride büyük bir ihtimalle iş yerlerini kuracak bu gençlere, okullarda

AHİLİK KURALLARINI ÖĞRETİR VE YÜREKLERİNE BELLETİRSEK, GELECEĞİN ESNAFLARI, GEÇMİŞİN ESNAFLARINA DÖNÜŞEBİLİRLER.

Dileriz ki, bütün esnaflarımız, atalarımızın dönemlerinde olduğu gibi dürüst olsunlar. İşlerine hile, hurda, haram karıştırmasınlar. Esnaflarımızın tümünü tenzih ederiz ama

“para kazanayım da, nasıl kazanırsam kazanayım”

zihniyeti, çoğunluğun aklına galebe çalmıştır.

Ahilik, bir bakıma İslâm dinindeki

MUHACİRİN VE ENSAR

arasında tesis edilen kardeşliğin bir başka çeşididir. Ahi teşkilâtının kurucusu

AHİ EVRAN’DIR.

Ahi Evran, din bilimlerini öğrenmek yanında, sanat olarak

DABAĞATI

seçmiş, deri imalathanesi kurmuş ve işletmiştir. İlkönce Kayseri’de işini kurar, bilahare Kırşehir’e geçerek ahi birliklerini teşkilâtlandıran Ahi Evran’ın 32 mesleğin gelişmesine öncülük ettiği belirtilmektedir. Ahi Evran’in Eşi Fatma Ana’nın da Dünyanın ilk kadın teşkilâtı olan “

BACIYAN-I RUM”U

kurduğu bilinir.

Ahilik teşkilâtı, Anadolu’da ekonominin dinamosu olurken ve birçok mesleklerin gelişmesine yol açarken, bir yandan esnaflar arası dayanışmayı, diğer yandan da tüketicinin korunmasını hedef almıştır. Ahiliğin kuralları arasında, arz ve talep dengesinin korunması, ehil olmayanların iş yeri açmalarının önlenmesi, standartlara uygun hizmetlerin ve işlerin üretilmesi, üretilen hizmetlerin en kaliteli ve en ucuz şekilde ihtiyaç sahiplerine intikal ettirilmesinin sağlanması vardır.

Esnaflarımızın, işsizlik yüzünden

KAN

AĞLADIKLARI

bir ortamda (dostlar alışverişte görsün) kabilinden (Ahilik Kültür Haftası ve Esnaf Bayramı) adı altında haftayı kutlayacağız.

İflas ettikleri için kepenk kapatan, Bağ-Kur Primlerini yatıramadıkları için tedavi hakkından mahrum bırakılan, mantar gibi biten AVM’lerle kepenk kapatmağa mahkûm edilen

ESNAFLARIMIZIN BAYRAMLARI YİNE DE KUTLU OLSUN!!!

AHİ’LİĞİN ŞARTLARI

Ahiliğin açık ve kapalı olmak üzere 6 şartı vardır:

ELİ AÇIK OLANLAR:

1-Elini açık tut :

Cömert olmak, düşkünlere yardım etmek için,

2-Kapını açık tut :

Konuksever ve misafirperver olmak için,

3-Sofranı açık tut :

Yoksullara, yemek yedirmek, misafire ikramda bulunmak için.

ELİ KAPALI OLANLAR:

1-Elini bağlı tut :

Hırsızlık, zorbalık ve kötülük etmemek için,

2-Dilini bağlı tut :

Dedikodu, yalan, iftira ve gıybetten uzak durmak için.

3-Belini bağlı tut :

Kimsenin namusuna, haysiyet ve şerefine göz dikmemek için.

AHİ BABA'NIN

USTALIĞA YÜKSELEN GENCE NASİHATİ:

*Harama bakma, Haram yeme, haram içme,

*Doğru, sabırlı, dayanıklı ol, Yalan söyleme,

*Büyüklerinden önce söze başlama,

*Kimseyi kandırma, Kanaatkar ol,

*Dünya malına tamah etme.

*Yanlış ölçme, eksik tartma.

*Kuvvetli ve üstün durumda iken affetmesini, hiddetli iken yumuşak davranmasını bil ve kendin muhtaç iken bile başkalarına verecek kadar cömert ol.”

İşte, atalarımızın esnaflık anlayışı ve işte günümüzün esnafları, takdiri size bırakıyoruz.

AHİLİKLE İLGİLİ ANREKDOTLAR

Ahilik Kültür Haftasına girmişken, istedik ki geçmiş yıllarda, Siirt’te anekdot mahiyetinde yaşanmış birkaç olayı gündeme getirerek esnaflarımızın ruhunu şadetmek yanında değerli okuyucularımızı hem gülümsetelim, hem düşündürelim. İşte geçmiş yıllarda Şehrimizde yaşanmış esnaf anekdotlarından bir kaçı:

BORÇ VERMEK İÇİN, BORÇ ALAN ESNAF!

Geçmiş yıllarda Şehrimizin en işlek ve simge çarşılarından olan Helvacılar Çarşısında bir esnaf, genç oğluyla dükkânda oturmuş, müşteri beklerken, komşusu olan bir başka esnaf gelerek:

-Hacım, mümkünse bana 1000 lira borç ver!

diyerek, borç talebinde bulunmuş. O yıllarda bankalar öyle yaygın değildi. Hele kredi kartı denilen bir nesne hiç yoktu. Esnaflar, paraya ihtiyaçları olduğu zaman, komşu esnaflardan alır, verir, birbirlerinin işlerini görürlerdi.

Borç olarak istenilen Bin lira ise, o yıllar için büyük sayılacak bir paraydı. Neredeyse, küçük bir iş yerinin sermayesi kadardı.

Kendisinden borç istenilen esnaf, borç isteyen esnafa:

-Komşu, şu anda yanımda bu kadar para yok. Sen az bir otur, ben eve gideyim. Evde para olacak, sana getireyim!

demiş.

Borç isteyen esnaf biraz da mahcup bir tavırla:

-Sen zahmet etmeseydin Hacı Baba, bari çocuğu gönder o getirsin!

diyecek olmuş.

Beriki:

-Çocuk paranın yerini bilmez, ben gider, getiririm!

diye cevap vererek, yola revan olmuş. Az sonra da gelmiş ve BİN lirayı komşusunun eline saymış. Komşusu da:

-Allah razı olsun, zahmet oldu. İnşaallah en kısa zamanda geri öderim

diyerek memnuniyetini ifade etmiş.

Borç parayı alan şahıs uzaklaştıktan sonra, oğlu:

-Baba, benim bildiğim kadarıyla evde para falan yoktu!

diyecek olmuş.

Babası cevap vermiş:

-Elbette yoktu. Gittim, bir esnaf dostumdan borç aldım, evden getirmiş gibi yaparak, verdim!

Babasının bu sözleri üzerine, genç oğlu:

-E, babacığım! Borç alıp, borç vereceğine (yoktur) deseydin ya! Gidip yüzsuyu dökerek başkasının minnetini almaya, ne gerek vardı!

Oğlunun bu sözlerine hayli içerleyen  Babası nasihat babında şu cevabı verir:

-Bak oğlum, (param yok) diyerek adamcağızı geri gönderebilirdim. Yalan da olmazdı! Ama düşün ki bu adam Allah’a güvenerek bana gelmiş, benden borç para istiyor. Evet, bende para yok ama istediği parayı bulmak, benim için gayet kolay. Allah’a şükür, itibarım var.  Nitekim gittim aldım, geldim. Hem, para aldığım şahsa en az 4-5 defa borç vermişliğim var. Yani, yüzsuyu dökmüş sayılmam. Ben de ona borç vermişim, o da bana borç verdi, esnaf işi böyle döner. Yüzsuyu ile değirmen dönmez ya! Allah rızası için döksek ne olur. Ha, şunu da söyleyeyim. Bu komşumuz, bana bin lira değil de onbin lira isteseydi, veremezdim. Çünkü veremediği zaman, beni de batırmış olurdu. Ama en kötü ihtimalle, borç aldığı bin lirayı vermezse bile, bana dokunmaz. Allah rızası için iyilik yapsan da, gücünü aşmayacaksın. Yüce Allah bile kullarına kaldıramayacakları yükü yüklemez.

REHİN OLARAK İSTENEN BIYIK TELLERİ

Geçmiş yıllarda, Siirtli muteber bir tüccar, kendisi gibi muteber bir tüccarın yanına gitmiş. Önüne çok güzel bir iş imkânı çıktığını ancak, mali yönden sıkışık durumda olduğunu belirterek:

-İstersen ve para verirsen bu işi ortaklaşa yapabiliriz. Bunun için istediğin kimseyi de kefil olarak getirebilirim

demiş.

Diğer Siirtli tüccar, ortak bir iş için para isteyen tüccara:

-Kefile gerek yok. Ancak, rehin olarak bana bıyıklarından üç tel verirsen, istediğin parayı veririm

diye şart koşmuş. Bu teklif, para isteyen tüccarın çok zoruna gitmiş. Talebini reddederek oradan ayrılmış. Bu arada, konuyu başka bir tüccara anlatmış ve karşılaştığı durumdan duyduğu üzüntüyü dile getirmiş.

Durumu anlattığı arkadaşı, kendi kendine “Ben gider ondan para alırım.” Diyerek, birinci tüccarın yanına gitmiş ve para istedikten sonra kendisi teklif etmeden:

-İstersen, bıyıklarımdan üç teli de rehin olarak sana bırakırım!

demiş.

Tüccar gülmüş:

-Biz, her erkeğin bıyığının tellerini rehin kabul etmeyiz. Ancak, erkek gibi erkeğin bıyıklarından üç teli rehin isteriz. Sen değil bıyığından üç teli, bıyıklarınla birlikte sakalını da versen bu teklifim senin için geçerli değildir

diyerek, para vermeden geri göndermiş…

“KERİZLER, DEFTERİ!”

Siirtlinin biri, “

KERİZLER DEFTERİ”

adı altında bir defter tutuyormuş. Tuttuğu deftere kendi kanaatine göre değerlendirmeler yaparak, “

KERİZLERİN”

adlarını yazıyormuş. Bir gün, zengin bir tüccar dostunun yanında otururken, yanlarına gelen bir başka tüccar, iş yeri sahibinden ortaklık için külliyetli miktarda  para istemiş. Dostu da, ne kefil, ne senet, ne sepet istemeden, parayı vermiş.

Bunun üzerine,

KERİZLER DEFTERİNİN

sahibi, defterini çıkarmış, Tüccar arkadaşının adını başa yazmış. Arkadaşının “

KERİZLER DEFTERİ”

tuttuğundan haberdar olan Tüccar:

-Hayrola, benim adımı da KERİZLER DEFTERİNE Mİ YAZDIN?

diye, yarı şaka, yarı ciddi sormuş.

-Evet!

Cevabını alınca da:

-Ben bu arkadaşa güveniyorum. Güvendiğim için de teklifini kabul ettim ve para verdim. Yani KERİZ olduğum için değil!

demiş.

Kerizlerin Defterini

tutan Siirtli cevap vermiş:

-

Senetsiz, sepetsiz, güvencesiz verdiğin bunca parayı, geri getirdiği zaman bana haber ver, o zaman, senin adını KERİZLER DEFTERİNDEN siler, onun adını yazarım, merak etme!

Kerizlerin Defterini tutan Siirtlinin asıl anlatmak istediği, dinin de emridir. Biriyle alışveriş veya ortaklık yapılacaksa, borç alınacak, borç verilecekse, mutlaka mahiyetinin yazıya dökülmesi ve şahitler huzurunda yapılması gerekir. Dünyada,

“ölüm”

olduğunu ve

“Ölümün ne zaman geleceğinin bilinmediğini”

unutmamak lâzım.

GERÇEK AMCA KİME DENİLİR!

Şehrimizde, Ermenilerin yaşadıkları yıllarda, Müslüman bir genç, iş yeri açmak için çok zengin olan öz amcasından destek istemiş. Ama amcası, destek olacak yerde, elinden gelse yeğenini bir kaşık suda boğacak meymenetsizin biriymiş. Tabii, isteğini geri çevirmiş ve destek vermemiş…

Müslüman gencin bir de zengin Ermeni bir komşusu varmış. Genç, iyi niyetli gördüğü ve hemen her gün

“SABAH-IL ĞEYR=HAYIRLI SABAHLAR”

diyerek selâmlaştığı Ermeni’nin evine giderek, halini anlatmağa, maddi destek istemeğe karar vermiş. Kararını da uygulamış. Ermeni komşusu, çok yakın bir hüsnü kabul göstermiş. İş kurmak için, ümit ettiğinden çok daha yüklü bir parayı borç olarak vermiş.

Bir gün bu Ermeni’yi, elinde ciğer, evine gitmekteyken gören genç arkasından:

-Amca, Amca!

diye koşmaya başlamış. Zorla ciğeri elinden almış ve:

-Sen zahmet etme, müsaade et, evine ben götüreyim, demiş!

O zamanların

“DABAKLAR”

çarşısında meydana gelen bu durum, gencin, öz amcasının çok gücüne gitmiş. Genç, ciğeri Ermeni’nin evine götürüp, geri döndükten sonra, öz amcası olan şahıs, genci yanına çağırmış. Yanında, çarşının ileri gelenlerinden birkaç kişi de varmış. Yeğenine hiddetle:

-Bunca kişinin ortasında bir Ermeni’nin arkasından “amca, amca!” diye bağırmaya utanmadın mı?

demiş!

Genç, fırsatını bulmuşken, taşı gediğine koyacak bir cevap vermiş:

-Ben anlatayım, yanındaki hacı, hocalar da kim haklı, kim haksız karar versinler, demiş.

Sonra, Amcasının yanında oturmakta olan çarşının ileri gelenlerine anlatmağa başlamış:

-Biliyorsunuz, ben yetim olarak büyüdüm. Yıllarca, Amcamın yanında çırak gibi çalıştım. Üstelik bu amcam, babamın mirasına da konmuştu. Benim gibi çıraklar 5 kuruş alırlarsa, amcam bana 1 kuruş verirdi. Yine ses etmez, sadakatle çalışırdım. Vakti gelince, Kendi iş yerimi kurmak için kendisinden borç sermaye istedim. Beni, kovmaktan beter etti. Borç  talep ettiğim bu Ermeni komşumuz ise, istediğim borcun 2-3 katı borç verdi, bana yardımcı oldu. Şimdi söyleyin bakalım, bana amcalık yapan kim. Babamdan kalan hakkımı da gasbeden ve borç istediğim zaman beni kovmaktan beter eden bu sözde Amcam mı, Ermeni bile olsa, insanlık gösterip, bana borç veren mi!!!

PARA ÖYLE “DRİNG” VERİLİR Mİ!

Dinimizde işçilerin alın terleri kurumadan ücretlerinin verilmesi emredilir ama maalesef bunun aksini yapanlar çok! Her toplumda olduğu gibi, Şehrimizde de işçilerin alın terini zamanında ödemeyen ve paralarını verinceye kadar analarından emdikleri sütü burunlarından fitil-fitil getirenler yok değil!

İşte, işçilerin hakkını öremekte böyle katı yürekli bir hemşerimizin dükkânına eskiden Siirtçe lisanımızda

“BENNE”

denilen bir İnşaat Ustası gelmiş, İnşaatını çoktan bitirdiği evinden dolayı alacaklarını isteyerek:

-Mübarek olsun, evinin inşaatını bitireli neredeyse 4-5 ay oldu. Hala işçilik paramı ödemedin. Ben de müşkül durumdayım. Artık bir zahmet alacağımı ödesen!

deyince, dükkanda yanında olan çocuğu babasına:

-Baba, kasanın anahtarını ver! Ustanın parasını ödeyeyim!

diyecek olmuş.

Kendisinden borcu talep edilen iş adamı çocuğuna kızmış görünerek:

-Kasada para mı kaldı. Biraz önce bir başka alacaklı geldi. Parasını verdik! Kasa bomboş!

demiş ve Bina Ustasına:

-Birkaç gün sonra gel!

diyerek yine başından savmış.

Alacaklı Dükkandan uzaklaşınca, borç ödemede eli tutuklu iş adamı oğluna çatmış:

-Ulan eşeğin oğlu! Ben kasada paranın bulunduğunu, parayı çıkarıp adama vermeyi bilmiyor muyum ki sen işime karışıyorsun. Her isteyene öyle “DRNG” para verilir mi. Alacağını tahsil için bu adam buraya daha 10-20 defa gelip gitmeden ve bir ayakkabı yıpratmadan parasını ödemek olacak şey mi!

Evet, işte böyle haksızlık yapan esnaflar da olmuyor değil!

DOMATESLERİN ÇÜRÜĞÜNÜ SEÇEN GÖNÜL EHLİ SİİRTLİ

Manifaturacı olan gönül ehli Siirtli esnaf, alışveriş için Pazar yerine gidecek olmuş. Bir arkadaşı da peşine takılmış. Gönül ehli kişi, meyve, sebze satan bir manavın önünde durmuş. Dükkânda bulunan bütün sebzelerin, meyvelerin toplam bedeli bugünün parasıyla 200 TL kadarmış.

Gönül ehli Siirtli dükkân sahibinden poşet istemiş. Dükkân sahibi de poşeti vermiş. Gönül ehli Siirtli, dükkân sahibine çaktırmadan ne kadar çürük ve atılması gereken domates varsa, torbasının içine doldurmuş. Beraberinde olan arkadaşı, sağlamlarını koymağa kalkışmışsa da, bırakmamış. Yine bakkala çaktırmadan çürükleri poşetine koymağa devam etmiş. Böylece, torbayı ağzına kadar doldurmuş.

Çürük domateslerin seçildiğinin farkında bile olmayan bakkal, poşeti tartmış, domateslerin parasını almış.

Yolda giderlerken, arkadaşı, gönül ehli Siirtliye sormuş:

-Herkes, seçtiği zaman sebzenin meyvenin iyisini seçerken, sen, domateslerin en çürüklerini seçtin. Ben, senin bu yaptığından bir şey anlayamadım

demiş.

Bunun üzerine, gönül ehli Siirtli cevap vermiş:

-Evet, çürük domatesleri bilerek seçtim. Bakkalın selesinde kalsalardı, diğer domateslerin de çürümelerini hızlandıracaklardı. O zaman da, domateslerin yarısı atılacak hale geleceklerdi. Bu adam, biliyorum ki çok fakir biri. Çürük domatesleri seçtim ki, diğer domatesleri çürümekten kurtarayım. Çıkarıp, yardım niyetiyle doğrudan para versem, onurlu adamdır hem almaz, hem gücenebilir. Yani, ayıp olur! Bu benim yaptığım, dolaylı yardımdır. Sana da tavsiye ederim. Sen de, ara, sıra bunu yap!

ASHAB-I KİRAM DEVRİNDEMİYİZ

Şehrimizde

(KELO)

namıyla anılan, bütün

KELOĞLANLAR

gibi şen, şakrak espri yüklü bir hemşerimiz varmış. Bu hemşerimiz, bir ara Bakkaliye dükkânı açarak işletmeğe başlamış.

Bir gün, sabah saatlerinde dükkânında oturmuş müşteri beklerken, tanıdığı biri gelmiş ve satın almak için bir şey istemiş

. KELO

da istenileni vermiş. Tanıdık müşteri, ikinci bir şey isteyince, gayet ciddi bir tavırla:

-Yok, veremem! Bak, komşum daha siftah etmemiş, git, ondan al!

demiş.

KELO’nun

böyle söylemesi üzerine müşteri de, bitişik bakkala yönelmiş ki, gidip ikinci alışverişini oradan yapacak.

Müşterisinin, sözünü ciddiye alarak komşu bakkala yöneldiğini gören

KELO,

komşusunun da duyacağı kadar yüksek bir sesle arkasından seslenmiş:

-Ulan, çok salak adamsın! Ben sana söyledim, sen de inandın ha, öyle mi! Valla, elimden gelse onu bir kaşık suda boğacağım! O da elinden gelse, beni bir kaşık suda boğacak! Hem, gidip ondan alışveriş yaparsan, kazıkların en büyüğünü yiyeceksin, haberin olsun! “Komşum daha siftah etmemiş, git ondan al!” meselesi ashabı

kiram devrinde kaldı. Şimdi, sahabe devrinde miyiz!

KELO’nun

yarı şaka, yarı ciddi bu sözleri üzerine hem müşterisi, hem de konuşulanları

duyan komşu bakkal kahkahalarla gülmüşler. Tabii, müşteri de geri dönerek alışverişini KELO’DA

TAMAMLAMIŞ…

MEŞAYİHLER ÇARŞISININ AHİ EVRAN RUHLU ESNAFI

Şehrimizde adı (MEŞAYİHLER ÇARŞISI)

olan bir Çarşı vardı. Şimdi de var amma, viraneye dönmüş gibi. Bu çarşının 40-50 yıl önceki esnaflarını anlatırlar. Bütün esnaf, çarşının adına uygun

MÜTEŞEYYİHLERDEN OLUŞMAKTAYMIŞ.

Her esnaf, rahatlıkla camilerde, mescitlerde imamlık, yapacak, va’zu nasihatte bulunacak dini bilgiye sahipmiş.

MÜTEEKKİL DEĞİL, GERÇEKTEN MÜTEVEKKİL ESNAFLARMIŞ.

Kendi maişetlerini, alın teri dökerek kazanmayı yeğlerler, hiç bir şekilde hileye hurdaya başvurmazlarmış.

Bu çarşıda adı

ŞEYH MELEK

olan bir esnaf varmış. Her namaz vaktinde mutlaka camiye gider, namazını cemaatle kılar, Arapça, Kürtçe okuduğu kasideler ve ilahilerle cemaati mestedermiş.

Meşayihler Çarşısında bir de

(ŞEYH EL KER)

lâkabıyla bilinen huyu güzel, yüzü güzel, siması güzel bir esnaf varmış. Asıl adı

ŞEYH AHMED

olan bu zat, bir gün kendisinden alışveriş yapan bir genç kızın, tabii bir hal olan ve istem dışı meydana gelen

YELLENME SESİNİ

DUYMAZDAN GELEREK KENDİSİNİ SAĞIR GİBİ GÖSTERMİŞ VE GENÇ KIZIN

UTANMAMASI İÇİN DE ÖMÜR BOYU SAĞIR NUMARASI YAPMIŞ.

Yine

“ŞEYH” ÜNVANLI

başka bir esnafın, tarttığı zaman özellikle ağır tarttığı, terazinin kefesi yere değmedikçe, sattığı şeyin üzerine ilâveler yaptığı anlatılır.

-İşin bereketi, tartının ağır olmasındadır!

dermiş.

FATİH DÖNEMİNE AİT  AHİ RUHLU ESNAF ANEKDOT

Ticari ahlakın dejenere olduğu günümüzde,

“geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer”

deyiminde olduğu gibi, geçmiş olayları anımsatmaktan ve örnekler göstermekten başka bir tesellimiz yok.

Duyulmuş bir anekdottur. Sultan Muhammed Han Hazretleri, Kostantin’i (İstanbul) almaya kesin karar vermeden önce, tebdil-i kıyafetle esnafları gezerek denetlemiş. Bir bakkaldan alışveriş yapan Muhammed Han, aynı bakkaldan bir başka şey almak isteyince, Bakkal O’na

“Komşum daha siftah etmedi. Ondan al. O da siftahını yapsın”

demiş. Muhammed Han, bakkalın dediğini yapmış. İkinci alışverişini diğer esnaftan yaparak oradan uzaklaşırken, yanında bulunan ve kendisi gibi tebdil-i kıyafet yapmış olan Lalasına dönerek söylemiş:

-Lâla, benim esnafım, bu esnaf olduktan sonra, ben Kostantin’i değil, dünyayı fethederim!

KUSURLU MAL

Yine geçmiş yıllarda, Ahi evren ruhlu Siirtli tüccar, ortak olduğu şahsa, iş yerindeki bir malın kusurlu olduğunu, alacak şahsa kusurunu mutlaka göstermesini sıkı-sıkı tembihlemiş.

Bir gün gelmiş ve bakmış ki, o kusurlu mal satılmış. Ortağına, alıcıya malın kusurunu söyleyip, söylemediğini sormuş. Ortağı, unuttuğunu ve söylemediğini belirtince ve malı alan kişinin kimliği belirlenemeyince o maldan aldığı bütün parayı kusurlu malı alan kişinin sevabı olarak fakirlere sadaka olarak dağıtmış ve bu hatasından dolayı ortağından ayrılmış…

İşte, AHİ EVRAN RUHLU ESNAFLARIMIZ BÖYLEYDİ. Bu asil millete ne oldu da, esnaf bu hallere düştü. İyilerini tenzih ediyoruz amma, çoğu esnafımız Ahilik ruhunu yitirerek

(ESNAF-I Bİ

İNSAF)

oldu! Bunda, bu ülkeyi yönetenlerin veballeri yok mu dersiniz…

Ahilik ruhunun yeniden ihya edilmesi umuduyla, bütün esnaflarımızın bayramlarını kutluyoruz…

Yazarın Diğer Yazıları