• Haberler
  • Dünya
  • Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu: Jeopolitik Satranç, Türkiye'nin Kürt Sorununda Değişen Stratejileri

Prof.Dr.Ümit Yazıcıoğlu: Jeopolitik Satranç, Türkiye'nin Kürt Sorununda Değişen Stratejileri

2000'li yıllarda Avrupa Birliği üyelik süreci ve demokratikleşme reformlarıyla Kürt kimliğine yönelik daha kapsayıcı adımlar atılmıştır.2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, barış umudu doğurmuş ancak bu süreç başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

2000’li yıllarda Avrupa Birliği üyelik süreci ve demokratikleşme reformlarıyla Kürt kimliğine yönelik daha kapsayıcı adımlar atılmıştır. 2013-2015 yılları arasında yürütülen çözüm süreci, barış umudu doğurmuş ancak bu süreç başarısızlıkla sonuçlanmıştır. 2015 sonrasında güvenlik politikalarına dönüş yaşanmış, PKK ve YPG’ye yönelik hem yurtiçinde hem de Suriye ve Irak’ta kapsamlı askeri operasyonlar gerçekleştirilmiştir.

Kürt sorunu, aynı zamanda ABD ve Rusya gibi küresel güçlerle ilişkileri, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile diplomatik temasları ve Türkiye’nin iç siyasi dengelerini etkileyen bir boyut kazanmıştır. Uzun vadeli bir çözüm için demokratik hakların genişletilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve bölgesel aktörlerle işbirliğinin artırılması gerekmektedir. Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımı, yalnızca iç politikayı değil, bölgesel jeopolitiği de şekillendiren kritik bir unsur olmaya devam etmektedir.

Kürt sorunu, Türkiye’nin iç ve dış politikasında onlarca yıldır önemli bir yer tutmuş, karmaşık ve çok boyutlu bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sorun, yalnızca ülkenin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel jeopolitik dengeleri de etkilemiştir. Türkiye, Kürt sorununu ele alma biçiminde zamanla çeşitli değişiklikler yapmış ve farklı stratejiler benimsemiştir. Bu stratejiler, uluslararası gelişmelere, bölgedeki güç dengelerine ve iç siyasi faktörlere bağlı olarak evrilmiştir.

Türkiye’nin Kürt politikası, bölgesel ve küresel dinamiklerle şekillenen, tarihsel olarak kritik jeopolitik hesapların gölgesinde bir mücadele alanı olmuştur. Bugün Suriye sahasında yeniden şekillenen stratejiler, bu politikanın sürekli değişken bir doğaya sahip olduğunu bir kez daha göstermektedir. Ancak bu süreç, geçmişte benzer stratejik manevralarla şekillenmişti. Özellikle Turgut Özal döneminde, Irak’taki gelişmeler Kürt meselesine dair önemli bir dönemeç oluşturmuştu. Bu dönemi anlamak için 1990’daki Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgalinden başlayarak gelişen olaylara yakından bakmak gereklidir.

Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i İşgali ve Körfez Savaşı

2 Ağustos 1990’da Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak, “petrol hırsızlığı” iddiasıyla Kuveyt’i işgal etti. Bu, 2. Dünya Savaşı sonrasında BM’nin kurulduğu günden itibaren ilk kez bir üye ülkenin fiilen işgal edilmesi anlamına geliyordu. Bu işgal, uluslararası arenada büyük bir tepkiyle karşılandı ve ABD’nin öncülüğünde yaklaşık 40 ülkeden oluşan bir koalisyon kuruldu. Türkiye’nin bu gelişmeler karşısında nasıl bir tutum alacağı merak konusuydu.

Ankara, Irak-İran Savaşı’ndaki tarafsızlık politikasını bir kenara bırakarak, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın liderliğinde ABD’nin başını çektiği koalisyonla hareket etmeye karar verdi. Özal, yalnızca Kuveyt’in işgalden kurtarılması değil, aynı zamanda Saddam Hüseyin’in devrilmesi gerektiğini savunarak koalisyonun en şahin üyelerinden biri olarak ön plana çıktı. Bu süreçte Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattı kapatıldı ve İncirlik Üssü ABD’nin kullanımına açıldı. Özal’ın ünlü “Bir koyup üç alacağız” sözü, Türkiye’nin bu süreçteki beklentilerini ortaya koyuyordu.

Türkiye’nin Irak Stratejisi ve Kürt Politikası

Körfez Savaşı’nın ardından Irak’taki otorite boşluğu, kuzeyde Kürtlerin siyasi ve idari alanlarını genişletmesine zemin hazırladı. Özal, bu dönemde Batı’nın Kürtlere önemli bir inisiyatif tanıyacağını öngörerek, Celal Talabani ve Mesud Barzani gibi Kürt liderlerle yakın ilişkiler kurmaya çalıştı. Mart 1991’de Saddam Hüseyin’in Kürt ayaklanmasını bastırması ve 20 bin Kürt’ün ölümüne yol açan sert müdahaleleri, büyük bir göç dalgasını tetikledi. Yüzbinlerce insan Türkiye sınırına yöneldi. Bunun sonucunda, ABD öncülüğünde “Huzuru Temin Harekatı” başlatıldı ve 36. paralelin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturuldu.

Mayıs 1992’de bölgede yapılan seçimlerle Kürt partileri yönetimi devraldı. Barzani’nin Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Talabani’nin Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) arasında siyasi bir denge oluşurken, Özal’ın bu iki liderle ilişkileri derinleşti. Ankara, Kürt yönetiminin KDP ve KYB liderliğinde kurumsallaşmasını destekledi ve iki liderin Türkiye’de diplomatik ofis açmasına izin verdi. Ancak bu süreç, Türkiye’nin Kürt sorununa dair iç politikada artan eleştirilerle karşılandı.

Güncel Perspektif: Suriye Sahasında Yeni Stratejiler

Bugün, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki Kürt varlığına yönelik politikası, Özal dönemindeki Irak merkezli stratejilere benzer şekilde şekillenmektedir. ABD ve İsrail’in yönlendirdiği bölgesel düzenlemeler, Türkiye’yi Kürt realitesini tanımaya ve bu doğrultuda yeni bir denge oluşturmaya itiyor. Ancak bu süreç, Kürt sorununu emperyalist çıkarların şekillendirdiği bir çerçevede ele alıyor. Meseleye jeopolitik çıkar birliği perspektifiyle yaklaşılırken, iç siyasette daha otoriter bir zemin oluşturulmaya çalışıldığı gözlemlenmektedir.

Sonuç

Tarihsel bağlamda, Saddam Hüseyin’in Kuveyt’i işgaliyle başlayan ve Körfez Savaşı ile devam eden süreç, Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımını derinden etkilemiştir. Bugün, Suriye sahasında gelişen olaylar, geçmişin politikalarının güncellenmiş bir versiyonu olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bu politikaların uzun vadeli etkileri, Kürt sorununun siyasi, tarihsel ve toplumsal yönlerini yok sayarak sadece stratejik hesaplarla sınırlı kaldığında, sürdürülebilir bir çözüm olamayacaktır. Barış ve kardeşlik adına kurulan her denklem, stratejik hesaplarla bozulmaya mahkûmdur. Tarih bu gerçeği defalarca kanıtlamıştır.

Türkiye’nin Kürt sorunu, uzun yıllardır hem iç politikayı hem de dış ilişkileri etkileyen karmaşık bir mesele olmuştur. Güvenlik merkezli yaklaşımlar ve askeri müdahalelerle şekillenen erken dönem stratejiler, 2000’li yıllarda yerini demokratikleşme ve çözüm süreci gibi daha kapsayıcı adımlara bırakmıştır. Ancak, çözüm sürecinin başarısızlığı ve güvenlik temelli politikalara geri dönüş, sorunun çözümünde kalıcı ilerleme kaydedilememesine neden olmuştur.

Kürt sorununun çözülmesi, yalnızca Türkiye’nin iç meselelerinden ibaret değil, aynı zamanda bölgesel jeopolitik dengelerle de doğrudan ilişkilidir. Bu bağlamda, demokratik hakların genişletilmesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve uluslararası aktörlerle işbirliği gibi stratejik adımlar, kalıcı bir çözüm için kritik önem taşımaktadır. Türkiye’nin gelecekteki Kürt politikaları, ülkenin iç barışı ve bölgesel istikrarı için belirleyici bir rol oynayacaktır.

8 Ocak 2025, Lüksemburg

Bakmadan Geçme