• Haberler
  • Genel
  • Pozitivizm, Dua ve Manifeslemek Arasında: Modern Sosyal Yapının Çelişkileri

Pozitivizm, Dua ve Manifeslemek Arasında: Modern Sosyal Yapının Çelişkileri

Modern dünyanın düşünsel temellerinde, insanın bilgiye ulaşma biçimi üzerine yürütülen tartışmalar hâlâ sürmektedir.

Modern dünyanın düşünsel temellerinde, insanın bilgiye ulaşma biçimi üzerine yürütülen tartışmalar hâlâ sürmektedir. Bu tartışmaların merkezinde yer alan pozitivizm, insanın hakikati yalnızca gözlem, deney ve akıl yoluyla kavrayabileceğini öne sürer. Oysa kadim inanç geleneğinde, özellikle İslam düşüncesinde, bilgi yalnızca aklın değil aynı zamanda imanın, yani kalp ve teslimiyetin ürünüdür.
Bu bağlamda “dua” kavramı, pozitivizmin inşa ettiği rasyonel dünyanın dışında, metafizik bir direniş alanı olarak varlığını sürdürür.
Son dönemde ise, dua ile modern dünyanın “manifestleme” anlayışı arasında yeni bir gerilim doğmuştur. Bu gerilim, bireyin Tanrı’ya yönelmek yerine gücü eline alan kişilerin kendi gücüne yöneldiği bir içsel dönüşümün göstergesidir(belki de evrensellik üzerinde sosyal medya bu anlayışın kurşun askeridir)

Pozitivizm: Bilimin Dini mi, Dinin Bilimsizliği mi?

Pozitivizm, 19. yüzyılda Auguste Comte tarafından sistemleştirilmiş, bilginin kaynağını yalnızca deneysel gözleme bağlamış bir düşünce sistemidir.
Bu yaklaşım, toplumsal olguların da tıpkı doğa olayları gibi yasalarla açıklanabileceğini savunur. Sosyoloji kavramını literatüre kazandıran Comte’a göre toplumlar da matematiksel düzende ilerler; keyfî değil, yasaya bağlı bir gelişim gösterirler.
Dolayısıyla pozitivizm, hurafe, metafizik ve iman temelli açıklamaları bilimin dışına iter.
Böylece insanın duyularla kavrayamadığı her şey –melek, mucize, kader gibi– “bilim dışı” olarak değerlendirilir.
Bu tavır, bilimi kutsallaştırırken, dini geçersiz bilgi alanına sürükler.

Oysa İslam düşüncesinde “nazarî bilgi”, yani akıl ve tefekkür yoluyla ulaşılan bilgi, vahiy ile çatışmaz; bilakis onu tamamlar.
Pozitivizm bu dengeyi reddederek, insanı yalnızca gözlemlenebilir gerçekliğin mahkûmu hâline getirir.
Toplumu laboratuvar nesnesi gibi gören bu anlayış, metafiziğin yok sayıldığı bir sosyal mühendislik zihniyetini de beraberinde getirir.


Dua: Acziyetin,Ahlakın ve Metafiziğin Direnişi

Pozitivizmin bu katı rasyonelliğine karşılık, dua insanda acziyeti, şükrü ve bağımlılığı hatırlatır.
Dua, insanın kendi gücünün sınırına geldiğinde, sonsuz kudretle buluşma çağrısıdır.
Kur’an’da “Yalvararak ve gizlice Rabbinize dua edin. O haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 55) buyrulur.
Dua, bir teslimiyet eylemidir; yalnızca dilemek değil, önce fiilen çabalamak, ardından Allah’a havale etmektir.
Salih amel olmadan yapılan dua, makalede de belirtildiği gibi, “senfonik slogan”dan ibaret kalır.
Bu nedenle dua, metafizik bir inanç eylemi olduğu kadar ahlaki bir ölçüdür:
Kişinin kibirle değil, acziyetle konuştuğu andır.

Toplumlar da tıpkı bireyler gibi, dara düştüklerinde duaya yönelirler.
Tarih boyunca doğal afetler, savaşlar, yoksulluklar bu yönelimin toplumsal tezahürleri olmuştur.
Dua, sadece bireysel bir çağrı değil, toplumun vicdanını diri tutan bir manevi reflekstir.

 

Manifestlemek: Modern Çağın Duası mı, Putu mu?

Son yıllarda yaygınlaşan “manifestleme” (manifestation) kavramı, düşünce gücüyle evreni şekillendirme inancına dayanır.
Bu anlayışta insan, Tanrı’nın değil, kendi iradesinin merkezindedir.
İstediği şeyi “enerji”, “frekans”, “çekim yasası” gibi kavramlarla çağırabileceğine inanır.
Oysa dua, insanı Allah’a yöneltirken, manifestleme insanı kendi egosuna yöneltir.
Bu fark, modern toplumun ruhsal krizinin özünü oluşturur:
Dua’da “Sen varsın, ben acizim” denirken; manifestlemede “Ben varım, evren bana hizmet eder” denir.

İşte bazı cemaat, tarikat veya bazı bürokratik yapıların dua kavramını araçsallaştırması, bu farkın yozlaşmış biçimidir.
Kimi zaman makamını korumak veya menfaat elde etmek için “dua dili”yle yapılan eylemler, aslında manifestin çıkarcı biçimidir.
Bu durumda dua, bir politik slogana dönüşür; içi boşalır, anlamı zedelenir.
Kur’an’ın “koğuculuk” ve “tecessüs” (başkalarının kusurunu araştırmak) uyarıları tam da bu noktada önemlidir.
Zira dua, gizli olmalı; gösteri değil, mahrem bir teslimiyet olmalıdır.
Devletin dini, “adalet”tir;
adalet ortadan kalktığında ne dua kalır ne de bilim…
 Akıl, Kalp ve Sorumluluk Arasında

Pozitivizm, insanın aklını özgürleştirirken kalbini zincirlemiştir.
Dua, kalbi özgürleştirirken aklı teslimiyetin terbiyesine çağırır.
Manifestleme ise, her iki dünyanın da merkezini kaydırmış; insanı tanrılaştırmıştır.

Toplumun geleceği bu üç kavramın dengesinde gizlidir:
Bilimin rehberliği, imanın derinliği ve niyetin saflığı olmadan adalet de gelişme de sürdürülemez.
Dolayısıyla birey, hem aklıyla hem kalbiyle sorumludur.
Ve evet, suç bireyseldir; çünkü dua da bireyseldir, iman da.
Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir; kim kötülük işlerse kendi aleyhine.
Toplumsal yapılar, bireylerin niyetleriyle biçimlenir; devletin adaleti de bu bireysel sorumlulukların toplamıdır.
Kimin yolu nerden geçiyor bilmiyoruz ama hiç bir şey toplumda gizli kalmaz 
Her ne akım o an işinize geliyorsa onu kullananlar başınızı kuma sokmayın çok belli oluyorsunuz

Artı Siirt Haber Ajansı

Bakmadan Geçme